Türkiye işçi ölümlerinde başı çekiyor.
Ölenlerin ekseriyetini de güvencesiz, kayıt dışı sektörde çalışan, emekçiler oluşturuyor.
Tersanelerde, traktör ya da kamyon kasalarında, inşaatlarda, madenlerde ve meslek hastalıklarından onlarca emekçi ölüp yaralanıyor.
Oysa ölümlere engel olmak şöyle dursun, kayıt dışı çalışma AKP iktidarı döneminde bir kural haline getirilmiş durumda.
Hal böyle olunca ölen öldüğü ile kalıyor.
Ülkede yaşanan ağır işsizlik, yoksullaşma, kuşkusuz emekçileri güvenliksiz yaşam koşullarında çalışmaya itiyor.
Çünkü ölenlerin sakat kalanların yerini almak isteyen, milyonlar var.
Yoksulluk ve işsizlik emekçileri, her türlü sermaye dayatmasını kabul etmek zorunda bırakıyor.
Kuşkusuz sermayenin bu kadar şımarıklığı, kural tanımazlığı, kendisine sağlanan sonsuz esneklikten kaynaklanıyor.
Bu da elbette iş sağlığı ve iş güvenliği konusunda, sermayenin önlem almamasına neden oluyor.
Çünkü sermaye iş güvenliğini bir maliyet unsuru olarak görüyor.
İş güvenliğine yapılacak her yatırımın, kârını azaltacağını düşünüyor.
Aslında güvencesizlik, devlet ve tekelci sermaye tarafından, yaşamın bütününe yayılmak isteniyor.
Halka emekçilere güvensiz, örgütsüz, kuralsız bir toplumsal yaşam dayatılıyor.
Çalışma yaşamı sermaye cephesinin taleplerine göre, yeniden tanzim ediliyor.
Nitekim 2010 yılında işyeri hekimlerinin ve iş güvenliği uzmanlarının görevlerine ilişkin yayınlanan yönetmelikle, işçi sağlığı hizmetleri AKP tarafından piyasaya açıldı.
Oysa işçi sağlığı hizmetlerinin olmazsa olmazı, işyerlerine işyeri sağlık birimlerinin kurulması ve gerekli eğitimlerin verilmesidir.
Fakat bırakın işçi sağlığı merkezlerinin kurulmasını ve yaygınlaştırılmasını, yapılan düzenlemelerle işçi sağlığı hizmetlerinin piyasalaştırılmasının önü açıldı.
Yayınlanan yönetmenlikle50'nin altında işçi çalıştıran iş yerlerinde, işyeri hekimi bulundurma zorunluluğu ortadan kaldırdı.
Hal bu ki Türkiye de iş yerlerinin "yüzde 98'i" 50'nin altında işçi çalıştırıyor.
Ve kazaların ekseriyeti de 50'nin altında işçi çalıştıran işyerlerinde meydana geldiği, yapılan çalışmalarda ortaya çıkmış durumda.
Kaldı ki 50'nin üzerinde işçi çalıştıran işyerleri de, taşeronlaştırma sayesinde bu yükümlülükleri yerine getirilmiyor.
Yani küçük işyerinde de, 500'ün üzerinde ki iş yerlerinde de, sermaye işçi sağlığı ve iş güvenliği kurallarını yerine getirmiyor.
Öte taraftan Çalışma Bakanlığı yaşanan işçi ölümleri ve güvencesizliğin gölgesinde,11-15 Eylül 2011 tarihlerinde İstanbul da "Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Kongresi"ne ev sahipliği yapacak.
Fakat DİSK, KESK, TMMOB ve TTB;19. Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Kongresi'ne alternatif olarak. 2-3-4 Aralık 2011'de bir kongre düzenleyecekler.
Kuşkusuz bu koşullara razı olmak, iliklerine kadar sömürülmeyi kabul etmektir.
Elbette alternatifler yaratılmalı mücadele, bilinç geliştirilmeli ve bu vahşi sömürü asla kabul edilmemelidir.
Bu konuda esas görev sendikalara, soldan emekten yana partilere düşmektedir.
Giderek topluma kanıksatılmak istenen güvencesiz, kuralsız yaşam, her alandan doğru ret edilmeli ve iş sağlığı ve iş güvenliği bir mücadele gerekçesi yapılmalıdır.
"Dünya İş Sağlığı ve Güvenliği Kongresi"nin Türkiye de yapılıyor olmasını bir fırsat olarak görerek, AKP iktidarının işçi düşmanı tavrı teşhir edilmeli ve iş güvenliğinin sağlanması mutlaka devletten istenmelidir.
Son olarak;işçi sağlığı ve iş güvenliği konusunu "İstanbul İşçi Sağlığı İş Güvenliği Meclisi" güncel olarak takip etmekte ve www.guvenlicalisma.org sitesinden,güncel gelişmeler, çalışmalar, bültenlerle duyurulmaktadır.
Tüm dostların bu siteyi izlemelerini öneriyorum.