Halbuki böyle isim vermemek lazım. İsim vermek, malum siyaset demek. Esasında Çöllolar Çalık Holding, Aşkale TEDAŞ, Esenyurt ECE Türkiye/Kayı/İşbankası GYO/Finansbank GYO Ortaklığı, Kozan EnerjiSA, Tuzla Ada tersanesi demek lazım. İş kazalarını, hem hukuken hem de ‘doğal olarak’ işçi sağlığı ve iş güvenliği önlemlerini alma sorumluluğu taşıyan, bu işten kar eden, bu işin organizasyonunu tek taraflı belirleyen, bunu yaparken en ufağından bile çalışanların katılımını kaale alması gerekmeyen bir dünyada yaşayan işyerinin ‘padişahları’, işverenlerin imajları ve markalarıyla örtüştürmek, onlarla anmak lazım.
Nisan ayında Türkiye’nin 2011 için büyüme rakamı açıklandı. Yüzde sekizbuçuk ile Çin ve Arjantin’den sonra dünyada üçüncüyüz! Bir eril şehvet, bir dehşet ego, bir şiddetli sevinç, bir saadet, bir selamet, bir keramet, bir niyet, bir kısmet, ne desek yetmez, artar bile! ‘Yumuşak inişle’ üçüncü sıraya yerleşmişiz, “üç çocuk” yapmaya devam edebilirmişiz. Şimdi Çin’in ‘özel iktisadi bölge’ denen SPZ’lerinin yalnızca birinden geçen sene gelen bir haberin yanına koyalım bu güzide birinciliği. Dünyadaki tüm Apple ürünlerinin baş üreticisi olan Foxconn adlı firmanın Shenzhen eyaletindeki ‘Foxconn-City’ adlı 450bin işçinin seri üretim bandında çalıştığı, yediği, uyuduğu fabrika şehirde, 19 ve 24 yaş arası ondört göçmen işçi 2011 senesi içinde kendilerini yatakhanelerinin çatılarından aşağı atarak intihar ettiler. Arjantin mi dediniz, allahtan oranın sosyal hareketlerinin gürültüsüne kulaklarımız daha aşina da, ‘büyüme performansı ile herkesi kendine hayran eden sağlam, adam gibi ülke’ lakırdıları fazla döndürülemiyor.
Gelelelim elması, uzun havası ve iş kazaları ile meşhur üzgün ama bir o kadar da arsız ve dizginsiz ülkemize. İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi’nin Yangın Kulesi’nden bildirdiği kadarıyla (www.yanginkulesi.org), ocak ayında en az 62, Şubat ayında en az 42, Mart ayında da en az 59 işçi canını çalıştığı yerde bıraktı. ‘En az’ diyoruz, çünkü Meclis’in yazılı, görsel, dijital basını tarayarak, işçilerin hayat, çalışma ve ölüm hikayelerini gazetelerin üçüncü sayfalarından kurtarabildiği ‘rakamlı’ insan hikayeleri bunlar. Bir bu kadarı kayda geçmiyor, iş kazası olarak deklare edilmeyor olabilir. Biz buzdağının görünen yüzü ölümlü iş kazasını tuttuğumuz yerden gösterebiliyoruz. Halbuki bugün Türkiye’de savaşırkenden daha fazla insan, çalışırken ölüyor. Çalışma hayatı, bu çalışma hayatı, bu şekilde çalışmak her gün onlarca insanı sakat bırakıyor, dayanma gücünün sınırlarına itiyor, psikolojik bütünlüğünde onarılmaz yaralar açıyor, onurunu zedeliyor, asbest, tozlar, kimyasallar gibi kanserojen maddelere maruz bırakıyor. Fakat mesleki hastalıklar ve psikososyal zararlar çalışanların tüm çalışma geçmişlerinin uzun vadeli kaydını kuydunu gerektirdiği için, bu da yapılamadığı için Türkiye’nin bu konudaki rakamları düşük çıkıyor. Tüm Türkiye’de bir hastalığın çalışmaya bağlı çıkıp çıkmadığını resmen tescil etme yetki ve altyapıya sahip sadece üç adet Meslek Hastalıkları Hastanesi var. Madencilik bölgelerindeki hastane kayıpları garip şartlar altında kayboluyor. Zaten iş ve kent değiştirme açısından ziyadesiyle hareketli olan Türkiye’de bir çalışanın farklı kentler ve işyerleri arasındaki sağlık biyografisini tutacak bir altyapı da yok. Bu konudaki siyasetsizlik siyasetinin en güzel örneklerinden biri de asbest. Dünyada güçlü halk hareketleri ile adım adım 55 ülkede yasaklanmış, liflerinin kanserojen özelliği çoktandır kanıtlanmış asbest, memlekette daha henüz 2010 yılında, o da devlet eliyle AB’ye uyum yasaları çerçevesinde yasaklandı. Hala pek çok belediye sınırları içinde suyumuzu asbest çimentolu su borularından akan sularla içiyoruz.
Bunlar da ‘kaza’ değil, çalışma suçları!
Mesleki kanserler konusunda uzman bir sosyog ve asbest karşıtı aktivist olan Annie Thébaud-Mony’nin Mart ayında Ayrıntı yayınlarında türkçesi yayınlanan ‘Çalışmak Sağlığa Zararlıdır’ kitabında ustaca ve hikayeleriyle anlattığı gibi artık ‘çalışma suçlarından’ bahsetmek gerekiyor. İş kazası ve meslek hastalıkları kurbanları, seçilmiş, desteklenmiş ve iktisadi – siyasi olarak dayatılmış, tekil ‘patronların’ niyetlerinden bağımsız belli bir iş organizasyonun kurbanıdırlar. Halbuki malumu ilam olacak ama bu basit gerçeği hatırlamakta her zaman fayda var: Bugünkü teknik ve sosyal organizasyon seviyesinde kimse ölmeden ve sağlığını kaybetmeden üretebilir, çalışabilir ve tüketebiliriz. Her gün işyerlerinde işverenlerce ‘çalışma suçları’ işleniyor ve çoğu zaman bunlar suçsuz kalıyor. Türkiye’de bir 2011 İtalya Thyssen Krupp veya gene İtalya Torino Eternit davaları gibi doğrudan hissedar genel müdürlerin ceza aldığı iş kazası davaları göremedi.
Ama görecek! ‘Çalışma suçları’ adım adım sadece kan parası, bireysel tazminat, maliyet alanı olmaktan çıkıp, bir ‘kamu barışını ve sağlığını tehdit’ olarak alınacak. Bunu da devlet yapmayacak. Büyük ihtimallerle sendikalar da bunun motoru olmayacaklar. Kurbanların ailelelerinin motoru olduğu ağlar, meşakkatli Ceza Davaları’nda müdahilliği bırakmayacaklar. ‘Can’ da, ‘onur’ da yaşarken de kaybedilirken de en birleştirici unsurlardan biri olmaya devam ediyor. İstanbul İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi de bu sene ilk defa, yakınlarını kaybeden işçi ailelerini bir araya getirerek 28 Nisan Dünya Çalışma Kurbanları Yas Günü’nü Türkiye’de tanıtmak ve hatırlatmak istiyor. Bu Yas Gününü’nün en çok kullanılan sloganı ile bitirelim: ‘Ölenleri an, kalanlarla mücadele et!’.
Express Dergisi - 6 Nisan 2012
" />
Bunlar iş kazazedeleri değil, “büyüme şehitleri”! - Aslı Odman - İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Meclisi
Bazı yerler, folklorik tınılar ve yerli malları haftalarından kalma alışkanlıklarla bir ürün veya bir gelenek ile anılırlar. Amasya’nın elması, Urfa’nın uzun havası, İzmir’in kordonu gibi...Türkiye’nin G20’lerden G8’ler ligine yolculuğunda artık yer isimleri yepyeni bir hafıza değeri kazanmaya başladılar. Çöllolar’ın tonlarca toprak altında yatan kömür madeni işçiler, Aşkale’nin subotu içinde baraj gölünde donarak, boğularak ölen enerji işçileri, Esenyurt’un çadırda askeri nizam halinde yanan göçmen inşaat işçileri, Davutpaşa’nın plastik atölyesi gözüküp fişek atölyesi çıkan binanın altında kalan işçileri, Kozan’ın kapağı patlatıveren barajın suları altında kalan enerji işçileri, Karadon’un göçük altında kalan maden işçileri ve ille ki TUZLA...Ölülerin sayısı şöyle bir parmak hesabı ile üçü geçti mi, yerlerin isimleri faciaların yanına çıkmayacak gibi kazınıyor...