Kader ellerimizde - Utku Albayrak

Haber bülteni spikeri diyor ki; "olayın gece saatlerinde olması bir faciayı önledi." Üstüne ekliyor: Bir işçi öldü, dört işçi yaralı!

Daha geçenlerde, 2011 yılında katledilen işçilerin sayısı açıklandı: 619'u tespit edilen 1543 ölüm! Tabi bu 1543 işçinin katledilmesi "büyük bir facia"nın önlenmesinin sonucudur. Önlenemeseydi halimiz ne olurdu kimbilir.

Bu "küçük" ayrıntıyı hatırladıktan sonra televizyondaki haberi izlemeye devam ediyorum. Haberin görüntüleri arasında ölen işçinin arkadaşlarının şantiyeye gelen ambulansı nasıl ittiklerini gösteriyor. Neden mi ittiriyorlar? Farketmez ama; söyleyelim: Ambulans çamura saplanmış.

Az çok ilgili herkes bilir: işçileri, işveren patronları şantiyede çadırlarda yatırırlar, beslerler, çalıştırırlar. Hatta o işçiler şantiyeden çıkmazlar çoğu zaman. Peki ambulansın saplandığı o kör olasıca çamurun çadırların yöresinde ne işi var? Münkünse kimse bana "şantiye orası, çok doğal çamur olması" demesin.
Caydım. Sakın demesin!

Haber devam ediyor. Bu kısımda hasar tespit çalışması yapıyor televizyon kanalı çalışanları. Bir de ne göreyim? Kazaya sebep olan vincin nereye düştüğünü gösteriyor kameralar. "Efendim şuraya düştü, buraya düştü." Haberi seslendirene kulak veriyorum: İnşaatın üstüne de devrilen vinç...

Yok ya? İnşaatın, trafonun, onun bunun üstüne devrilmiş vinç. Vah vah! Ne büyük felaket! Aynı zırvalar. Hep aynı cümlelerle kurulmuş bir haber... Haberi seslendirenin de ses tonu öyle durgun, öyle duygulu! Ne kadar yapmacık! Ne kadar zorlama!

Birden düşüncelerimden çıkıp habere devam ediyorum. Gördükçe tüylerim ürperiyor. Haberin sonuna ekliyorlar: Bir işçi olay yerinde yaşamını kaybederken, diğer dört işçi hastanede gördükleri ilk tedaviden sonra taburcu edildi. "Taburcu edilmek" ne kadar da hoş geliyor kulağıma...

Yine düşüncelere dalıyorum. ("Dalma arkadaş bu sefer de! Anlayamadık haberi bir türlü!" diyeceksiniz ama tutamıyorum kendimi, affedin!) Taburcu edilen dört işçi nereye gittiler acaba? Evlerine mi? Güldürmeyin beni. Eminim evleri kilometrelerce uzaktadır. O zaman tahmin edeceğiniz gibi dört işçi arkadaşımızı kesin şantiyelerine yolladılar. Yara bere içinde, sargılarla, sigortasız migortasız çalışmaya yolladılar! E malum vincin bir kısmı inşaatın da üzerine düştü. Hasarı onaracak işçiler lazım.

Hay inşaatınız batsın! Hay haberiniz batsın! Sahte, yalan dolan üzülmeleriniz batsın!

Haberi tekrar düşünüyorum. Bir anda beynimin içinde önce bir tiyatro sahnesi sonra da kahvede okey oynanan masa beliriyor. Muhabbet arasında söylenen iki çift laf... Yazıklanmalar, "vah vah"lar, "onlar da insanlar"lar lar lar lar... Önce birkaç ağdalı replik, ardından okkalı küfürler... Hepsinde aynı samimi bilmeme, yüksek oktavlı susma hali... Oysa az çok ilgili herkes bilir ki kader ellerimizde!

Kimlerden mi bahsediyorum? Baştan sona bizden!

Hangi haberden mi bahsediyorum? Hani şu okunduktan sonra başka habere geçilen, felaketin boyutu ancak iki haneli rakamlara çıkarsa hayıflanılan...

Neyse ki reklama girdi haberler de... Az sonra yapı fuarının tanıtımı varmış Kanal D'de...

Sol