MESEM’de Ölen Çocukların Yargı Süreçleri 3/ Onunla İlgili En Net Bilgiler Ölüm Tutanağında Yazılanlar (Hazırlayan: Filiz Gazi)

15 yaşındaki Erol Can Yavuz, staj gördüğü atölyede üzerine tahta sunta blokların devrilmesiyle hayatı son buldu. Yavuz’un annesi, babası, dedesi, dayısı cezaevinde. Hakkında bilgi alınabilen tek kişi, annesinin avukatı. O sözler de çoğu zaman “bildiğim kadarıyla” diye başlıyor.

FİLİZ GAZİ

Erol Can Yavuz, 15 yaşındaydı. 22 Ocak 2024’te Kütahya’da, staj gördüğü atölyede üzerine tahta sunta blokları devrildi. Çalışanlar tarafından suntaların altından çıkarıldıktan sonra Kütahya Sağlık Bilimleri Üniversitesi Evliya Çelebi Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ne kaldırıldı. Ancak devrilen sunta bloklarının ağırlığı, yaşı için fazlaydı. Hayata tutunamadı.

Ölü muayene tutanağında; “Kişinin ölümünün kafa travmasına bağlı kafatası kemik kırıkları ile birlikte beyin kanaması ve beyin doku harabiyeti sonucu meydana geldiği” yazıyordu. Erol Can Yavuz’un hayatından geriye kalan en net, en kesin bilgi bu belge oldu. Ondan öncesi ise sisli. Bu dünyadaki varlığı, varla yok arası bir siluet gibi.

FOTOĞRAFLARDA BİLE YALNIZ

Haber arşivlerinde kendini aynada çektiği tek bir fotoğrafı var. Adı üstünde, kendi kendine: “Selfie.” Arkadaşlarıyla, ailesiyle ya da gülerken çekilmiş tek bir kare fotoğrafı yok. Fotoğrafında da yalnız.

Annesi, babası, dedesi ve dayısı; ölümünden kısa bir süre sonra, adli bir olay nedeniyle cezaevine girmişti. Ondan önce ise anne baba ayrılmıştı. Erol Can’ın velayeti babadaydı. Yalnızdı, hayatı planlı programlı ilerleyen çocuklardan değildi. Öyle ki; anne, çocuğunun MESEM öğrencisi olduğunu dahi bilmiyordu.

Erol Can Yavuz hakkında bilgi alınabilen tek kişi, annenin avukatı. O sözler de çoğu zaman “bildiğim kadarıyla” diye başlıyor.

BİLİNDİĞİ KADARIYLA EROL CAN

Erol Can, Kütahyalı Yavuz ailesinin en büyük çocuğuydu. 2009’da doğumluydu ve 8 yaşında bir de kardeşi vardı. Onun da velayeti babadaydı.

Kütahya Mesleki Eğitim Merkezi’nde (MESEM) İç Mekan Mobilya Teknolojisi bölümüne kaydı yapılmıştı. Ancak avukatının anlatımına göre burada da devamsızlıktan ya da başarısızlıktan sınıfta kaldı.

Baba, boşandıktan sonra ikinci evliliğini yaptı. Erol Can Yavuz, bu evlilikten sonra ikinci eşinin akrabası olan bir sunta atölyesinde çalışmaya verilmişti.

AVUKAT: ÇOCUĞUN ÖNÜNDE ARKASINDA KİMSE YOK

Erol Can’ın avukatı, son süreci şöyle anlatıyor:

“Şu an anne de baba da cezaevinde. Aile yok ortada. Zaten önünde arkasında kimsesi yokmuş çocuğun. Anne baba boşanmış, velayet babada. Meslek lisesindeyken devamsızlıktan mı başarısızlıktan mı bilemiyoruz, çocuğu sanayide çıraklık eğitim merkezine veriyorlar. Oradan da mobilya dükkanına staja çalışmaya gönderiliyor. Zaten sonrası malum.”

Avukat, işyerinin aile bağlarına da dikkat çekiyor:

“Çocuğun vefat ettiği iş yerinin sahibi, babanın ikinci eşinin akrabası. Bu nedenle baba şikayetçi olmadı. Anneyle hem şikayetçi olduk hem de tazminat davası açtık.”

UZLAŞMA GİRİŞİMİ, CEZAEVLERİ VE GERİ ÇEKİLEN TEKLİF

“Annenin derdi tazminatın az çıkması. ‘Benim çocuğum ölmüş, bir daire bile alamayacak mıyım’ diye soruyordu. Erol Can’ın küçük bir erkek kardeşi var ama onun da velayeti babada olduğu için kardeş adına dava açamadık. Uzlaşma yoluna gittik, yaklaşık 1.5 milyon lira para talep edildi. Ancak aile başka bir olayla ilgili hapis cezası alınca, anne, baba, dayı, dede cezaevine girdi. Karşı taraf da uzlaşmayı geri çekti.”

TAZMİNAT ÇIKTI, CEZA ASKIDA KALDI

Geçen hafta tazminat davası sonuçlandı. Dosyada 1 milyon 100 bin TL maddi tazminat, 500 bin TL manevi tazminata hükmedildi.

Ceza davası ise 2025 Ocak’ta karara bağlandı. Kütahya 9. Asliye Ceza Mahkemesi, işyeri sahibi Fatih Gülseven’i “taksirle ölüme neden olma” suçundan 1 yıl 11 ay 10 gün hapis cezasına çarptırdı. Ancak mahkeme, sanığın sabıkasız oluşu ve yeniden suç işlemeyeceği kanaatiyle hükmün açıklanmasının geri bırakılmasına (HAGB) karar verdi.

Gülseven savunmasında “Suntaları almaya başlamadan önce Erol Can Yavuz’u kolayca kaçabileceği bölüme yönlendirdiklerini, aynı zamanda bir risk durumunda kaçması için tembihte bulunduklarını” beyan etmiş. Yani mealen; çocuğun tembihlenmesine rağmen kaçamadığı, beceriksiz olduğu için öldüğü söylenmiş.

Erol Can Yavuz; yapayalnızlığıyla, kapitalizmin çok sevdiği, iliklerine kadar sömüreceği hayatlardan biriydi. MESEM kapsamında hayatını kaybeden çocuklar arasında adı bile geçmeyebilirdi. Şans eseri geçti. Şans sözcüğünün, hayatta kalmayı değil yalnızca görünür olmayı tarif ettiği bir yer burası.

MESEM’Lİ AİLELERİN ARAFTA KALMASI

MESEM’de çocuğunu kaybeden ailelerin bazıları konuşmak istemiyor. Bazı davalarda ailelerin isteği üzerine duruşma tarihleri dahi paylaşılmıyor.

Halk arasında “kan parası” denen tazminat davaları ise aileleri arafta bırakıyor. Bazı aileler bu parayı almaktan çekiniyor, alanlar da niye aldıklarını açıklama gereği hissediyor. Ancak şu kesin ki; her iki durum da patronların lehine işleyen sürece katkı sağlıyor.

MESEM’li çocukların ölümlerinin haber değeri sadece haber olduğu gün içinde görülüyor. Dava süreçleri ise neredeyse hiç takip edilmiyor. Bu da hem işverenin hem de kamuoyu baskısıyla karşılaşmayan yargının sorumluluktan fiilen azade kalmasına yol açıp, cezasızlık düzenini yeniden üretmesine kolaylık sağlıyor.

Yazı dizisinin ilk gününde bahsettiğim gibi özellikle taşrada bu süreçler çok daha karışık ilişkilerin dahliyle tam bir hesap sorulamazlık rejimine dönüşüp, failin değil geride kalanların susturulduğu bir düzene evriliyor. Eş- dost, siyaset, sermaye; yargının tarafsızlığını fiilen askıya alan bir zemin yaratıyor. Her ihtimal, güç dengelerinin tayin edici olduğu alanlara sıkışıyor.

Genel tabloya bakıldığında, çocuk ölümleri münferit vakalarmış gibi ele alınıyor ve yapısal sorumluluk, sorunlar görünmez kılınıyor.

TAZMİNAT DAVALARI SÜRECİ

İş kazaları ve ölümlerinde ceza davasının yanı sıra açılan tazminat davalarının uzun sürmesi, ailelerin mağduriyetini artırıyor. Hukukçular, tazminat dosyalarının “hızlıca kapanan” dosyalar olmadığını, yargılamaların uzaması nedeniyle enflasyon karşısında hak kayıpları yaşandığını belirtiyor.

Tazminat davalarında süreç; dilekçeler, tanıkların dinlenmesi, kusur raporlarının alınması, kamera görüntülerinin incelenmesi ve hesaplama aşamalarıyla ilerliyor. İlk duruşmanın genellikle yalnızca ön inceleme olduğu, bu aşamada somut bir işlem yapılmadığı ifade ediliyor. Dava açılmadan önceki dilekçe süreci ise ortalama 3–4 ay sürüyor.

Tanık dinlemeleri ve kusur raporlarının hazırlanmasının yaklaşık bir yılı bulduğu, ardından maddi tazminat için hesaplama aşamasına geçildiği belirtiliyor. Bu aşamada, kazaya uğrayan kişinin kusur oranı, bakiye ömrü ve hayatta kalsaydı elde edeceği muhtemel kazanç hesaplanıyor. Manevi tazminat miktarı ise hâkimin takdirine bırakılıyor.

SGK’lı işçilerin dahil olduğu dosyalarda sürecin görece daha hızlı ilerlediği, ancak buna rağmen en kısa sürede sonuçlanabilen davaların bile yaklaşık iki yılı bulduğu ifade ediliyor.

Mevcut sistemin ağır ilerleyişinde MESEM’li çocukların yakınlarının yaşadıklarını biraz olsun anlatmaya çalıştım. Sorumluluğu olanların süreci ise tıpatıp aynı, bir ay bile cezaevinde girmeden hayatlarına devam ediyorlar.

YARGI SÜREÇLERİNE İLİŞKİN ÖNERİLER

Son olarak MESEM uygulaması çocuk hakları perspektifiyle yeniden ele alınmalı. Mevcut haliyle MESEM’in çocuk işçiliğini meşrulaştırdığı gerçeği ve bu haliyle çocukların ölümündeki sorumluluğu kabul edilerek, çocukların ucuz işgücü olarak çalıştırılmasına yol açan bu uygulama askıya alınmalı.

Ama görülen o ki MESEM’de ısrar edilecek. Yaklaşık bir ay önce yine MESEM’le ilgili hazırladığım bir yazı dizisinde, AK Parti’ye yakın vakıf, dernek ve tarikat çevrelerinin de bu süreçte aktif rol aldığını, cansiperane bir şekilde MESEM’i desteklediklerini ve hatta zorunlu eğitimi kaldırmaya niyetli olduklarını yazmıştım.

Çaresizliği kabul etmek istemesem de gerçekçi olup, ölen çocukların yargı süreçlerine ilişkin, ivedilikle şunlara ihtiyaç olduğunu naçizane buraya not etmek isterim:

-MESEM kapsamındaki iş kazaları “iş kazası” değil, çocuk işçiliği bağlamında ayrı bir hukuki kategori olarak tanımlanmalı. Çocukların “öğrenci” statüsü, işverenlerin sorumluluktan kaçış aracı olmaktan çıkarılmalı.

-MESEM’li çocuk ölümlerinde işverenler için taksirle öldürme değil, bilinçli taksir/olası kast değerlendirmesi zorunlu hale getirilmeli.

-Tazminat davaları ile ceza davalarının fiilen birbirini etkisizleştirmesinin önüne geçilmeli. Ailelerin tazminat almasının ceza yargılamasında “rıza” ya da “uzlaşma” gibi yorumlanmasının önüne geçilip, sorunun üst başlığı görülmeli.

-MESEM’li çocukların çalıştırıldığı işyerlerinde denetim yetkisi olan kurumlar (MEB–ÇSGB) için özel sorumluluk getirilmeli. Ölümle sonuçlanan vakalarda yalnızca işveren değil, denetim yükümlülüğünü yerine getirmeyen kamu görevlileri de soruşturma kapsamına alınmalı.

-Bilirkişi havuzları MESEM ve çocuk işçiliği konusunda uzman kişilerden oluşturulmalı. Aynı bilirkişilerin sürekli aynı dosyalara atanmasının ve yerel ilişki ağlarının etkisinin önüne geçilmeli.

-MESEM’li öğrencilerin ölüm ve yaralanma vakalarını izlemek üzere TBMM bünyesinde izleme komisyonu kurulmalı. Bu komisyon yalnızca mevzuat değil, tek tek dava dosyalarını, bilirkişi raporlarını ve yargı süreçlerinin akıbetini izleme sorumluluğuna sahip olmalı.

-MESEM’li çocukların ölüm ve yaralanmalarına ilişkin tüm veriler kamuoyuna açık, düzenli ve ayrıntılı biçimde yayımlanmalı. Kaç dava açıldı, kaçı sonuçlandı, hangi cezalar verildi sorularının yanıtları takip edilmeli.

Ve en önemlisi aileler için bağımsız ve ücretsiz hukuki destek mekanizması oluşturulmalı. Barolar bünyesinde, MESEM dosyalarına bakan özel birimler kurulmalı; ailelerin yalnız bırakılması engellenmeli.

Son olarak, çocukları korumak boynumuzun borcu diyerek bitireyim.

Filiz Gazi