"Meslek Lisesi Memleket Meselesi" demişlerdi projenin adına. Kısaca MLMM.
Bu proje 2006 yılında Vehbi Koç Vakfı'nın Milli Eğitim Bakanlığı'nın desteğiyle başlattığı aslında bugünlerin yolunu açan, çocukların işçileşmesinin dar anlamıyla uygulamalı bir çalışması oldu. Koç grubuna bağlı Tüpraş, Migros,Tofaş, Otokoç, Ford Otosan projeye ek destekler vermişti.
Ortaokul, Endüstri Meslek lisesi mezunlarını proje kapsamında yetiştirip sonrasında da kendi firmalarında istihdam etmek istemişlerdi.
Proje zamanla meslek lisesi koçluk sistemi, gelişim modülleri, eğitim laboratuvarları ve bu sistemin bir modele dönüştürdüğü “okul-işletme işbirliği” stratejisiyle gelişti ve eğitim ile iş dünyası arasında köprülerin kurulduğu bir model haline getirildi. Bu çerçevede, Koç Holding şirketlerinden yüzlerce çalışan, gönüllü olarak kendi bölgelerindeki meslek liselerinde, okul idaresiyle birlikte bursiyer seçimine katıldı. Daha sonra bu öğrencilere liseyi bitirene kadar kişisel ve mesleki gelişimleriyle ilgili “koçluk” yapıldı. Proje kapsamında bursiyerler, uygun alanları seçmişlerse, okullarıyla eşleşmiş olan Koç Holding’e bağlı şirketlerde staj yapma imkanı sağlanarak, gerekli başarıyı gösteren bursiyerlere mezun olduklarında Koç Holding şirketlerinde istihdam edildi.
Projede ilk önce staj adı altında kendi bünyesindeki şirketlerde çalıştırılan çocuklar, daha sonrasında kendileri açısından yeterli beceriyi gösterirlerse tam zamanlı çalıştırılmak üzere işe alınıyorlardı. 2015 yılından itibaren ise MLMM projesinin kapsamını genişletmek için Okul-İşletme İşbirliğinin Geliştirilmesi Programı hayata geçirilmişti. Vakfın bu projesinin, devletin Mesleki Eğitim politikasına ışık tutan ve yaygınlaştırılacak bir pilot uygulama olduğu, şimdiki eğitim politikalarında yapılan değişikliklerden anlaşılıyor.
Türkiye’de kalifiye işçi yetiştirme arayışı yeni olmayan, çıraklık okulları ile başlayan, meslek okullarıyla devam eden, aynı zamanda bu başlıkta birçok yasa çıkarılan ancak hayata geçirmekte çok da başarılı olamayan bir mesele olarak hala sürmektedir.
Aslında tartışmaya neden olan konu çocuğun "meslek öğrenmesi mi yoksa bir işyerinde çalıştırılması mı?" olarak okunuyor.
Cumhuriyetin ilk yılları
Cumhuriyetin kuruluş yılları itibariyle meslek liselerine gerçekten memleket meselesi gözüyle bakıldığı bu doğrultuda adımlar atıldığı görülüyor. Cumhuriyetle birlikte mesleki eğitimin önemi iyice kavranmış, mesleki ve teknik eğitimi geliştirmek amacıyla 1924- 1934 yılları arasında Türkiye’ye yabancı uzmanlar getirilmiş ve komisyonlar kurularak çalışmalar yapılmıştır.
Cumhuriyetle birlikte mesleki ve teknik okula dayalı bir yapı da ele alınmaya başlanmış ve 1926 yılında Milli Eğitim Bakanlığı bu okullarla ilgili görevlendirilmiştir.
Birçok meslekte açılan gündüz ve gece eğitim veren okullar dönemin Cumhuriyetin ilk döneminde kalifiye işçi yetiştirmek için eğitime yöneldiğini gösteriyor.
Yine o dönem açılan okullarda, 1927 yılında Diyarbakır sanayi mektebinde marangozculuk, demircilik, doğramacılık, duvarcılık gibi bölümler bulunuyordu. Terzilik ve Kürkçülük Okulu 11 Mayıs 1928 tarihinde “Terzilik ve Kürkçülük Okulu’’ olarak Sultanahmet Divanyolu’nda eğitim-öğretime başladı. 1936-1937 eğitim ve öğretim yılında kültür derslerinin ilave edilmesiyle “Erkek Orta Terzilik Okulu’’ adını alarak ortaokula dönüştürüldü.
I. ve II. Sanayi Planları (1933–1936)
Ülke topraklarında kamucu ve planlı bir çalışmanın damgasını vurduğu ilk yıllarda yapılan planlar ile mesleki eğitim yeniden şekillendirildi.
Kurulan fabrikaların her birinde “okul-atölye” modeli geliştirildi. Sümerbank, Etibank, MTA gibi kurumlar teknik eleman yetiştirme programları açtı. Fabrika içi eğitim Cumhuriyet tarihinin ilk kurumsal işbaşı mesleki eğitim örnekleri oldu.
Bakanlık Merkez Teşkilatı'nda 1933 yılında Mesleki ve Teknik Öğretim Genel Müdürlüğü, 1941 yılında ise Mesleki ve Teknik Öğretim Müsteşarlığı kuruldu. Böylece mesleki ve teknik öğretim hizmet ve destek birimleri oluşturuldu ve buraya dair çalışmalar yapıldı. 1940-1950’li yıllarda mesleki ve teknik eğitimin hızla geliştiği bu dönemde eğitim sistemi yasalar çıkarılarak desteklendi. Köy enstitüleri ile hem eğitim hem de öğretim gerçekte karşılığını bulmuş ancak hikayenin devamı herkesin malumu olacak ki Demokrat Parti dönemiyle birlikte bu uygulama kapatıldı. Türkçe, Tarih, Yurttaşlık Bilgisi, Tarım ve Hayvancılık, Matematik, Fen, Müzik, Halk Oyunları, Tiyatro, Yapı ve El Sanatları, Kooperatifçilik, Sağlık Bilgisi gibi dersler bu enstitülerin dersleri arasında yer alıyordu.
Bu çalışmaların yapıldığı dönem çocukların eğitimi öncelenirken, şimdiki meslek edindirme eğitimleri adı altında çocuklar çalıştırılıyor. Okuldan koparılan çocuklar işçileştiriliyor.
MESEM ve Çocuk İşçiliği
Mesleki Eğitim Merkezleri ise 2021 yılıyla birlikte sayıları her geçen gün artan bir uygulamaya dönüştü.
Bugün, ortaokulu bitiren herkes bu merkezlere kayıt olabiliyor. 4 gün iş yerine 1 gün de okula giden bu çocuklar, Organize Sanayi Bölgelerinde, fabrikalarda, atölyelerde çalıştırılabiliyor. Devlet destekli bu işyerlerinde çalıştırılan çocukların ücretlerini de devlet karşılıyor. Eğitim Reformu Girişimi'nin (ERG) 2025 Eğitim İzleme Raporu'na göre, 2024-2025 eğitim-öğretim yılında 15-18 yaş grubunda MESEM'e devam eden öğrenci sayısı 392 bin 887 oldu.
Bu program kendini şu cümlelerle tanıtıyor: ”Çıraklık eğitimi 3 yıl sürer. Bu süreçte en az asgari ücretin %30’u kadar maaş verilir. Üçüncü yılın sonunda öğrenciler kalfalık sınavına alınır. Başarılı olanlara kalfalık belgesi verilir. Kalfalık eğitimi 1 yıl sürer. Bu süreçte asgari ücretin en az %50’si kadar maaş verilir.”
Hal böyle olunca patronlar devlet destekli ucuz ya da neredeyse ücretsiz iş gücünü neden istemesinler?
Çocuk işçiliği MESEM projesiyle birlikte artış gösterdi. TÜİK verilerine göre 2019 yılında çocuk işçi sayısı 720 bin iken, 2024 yılı itibariyle bu sayı 970 bin olmuştur.
MESEM dışında kalan çocuk işçilerin de ortak sıkıntısı yoksulluk. Ailelerin hem günü kurtaracak maddi olanaklara sahip olmayışı hem de çocukları için besledikleri gelecek kaygısı çocukların işçileşmesinin en önemli nedenini oluşturuyor.
Peki sorun burada bitiyor mu? Maalesef hayır. Zira bir de okula kayıtlı olmadıkları için MESEM'e kaydedilemeyen çocuklar var. Onlar dolayısıyla sigortasız ve kaçak yollarla çalışıyor.
Sokaklarda, tezgahlarda çalışan on binlerce çocuğun ya da Dilovası’ndaki fabrikadaki yangında ölen 3 çocuğun da sorunu aynı. Onların da sigortası yoktu. Onlar da tehlikeli ve ağır bir işte çalıştırılıyorlardı.
Tüm bunlar gösteriyor ki sermaye sınıfının memleketiyle kurduğu en önemli bağ, kasalarına daha çok para koyabilmek için kullanacakları ucuz iş gücünden ibaret. İşte bu yüzden 2 milyona yakın çocuk işçinin olduğu milyonlarca genç ve yetişkinin işsiz olduğu Türkiye’de, çocuk işçiliğini iyi bir şey gibi pazarlamanın yolları aranıyor.
Türkiye Yüzyılı Mesleki ve Teknik Eğitim Zirvesi İstanbul’da gerçekleşirken, sermaye örgütleri ve bürokratlar, sermaye sınıfının kârını nasıl artırabiliriz diye kafa kafaya verip düşünüyorlar. İSİG meclisinin raporlarına göre 2025 yılında en az 82 çocuk çalışırken yaşamını yitirdi. Yusuf Tekin’in Milli Eğitim Bakanı olduğu dönemde 16 çocuk MESEM projesinde hayatını kaybetti.
Ama zirvede konuşan Milli Eğitim Bakanı Yusuf Tekin, projeyi ortaokullara indireceklerini ve bu inatlarının devam edeceğini açıkladı. Normal karşılıyoruz. Zira sermayenin memleketiyle kurduğu bağın üretimde kullanacağı kaynaklarla birlikte ucuz iş gücü de olduğunu biliyoruz.
Sermaye sınıfı ile iktidarın inadı örgütlü, bu inada karşılık işçi sınıfının örgütlü bir inat ile karşılık vermesi gerekli.