İşçinin sağlığı ve ücretler - Deniz İpek

2025 yılı asgari ücretini belirlemek üzere Asgari Ücret Tespit Komisyonu görüşmeleri aralık ayında başlayacak. Erdoğan hükümeti ve Şimşek, OVP hedeflerini güncellerken ülkenin en büyük toplu pazarlığı olan asgari ücrete ilişkin, uluslararası finans kuruluşlarının çizdiği çerçeveden sapmadan “acı bir reçete” hazırladıklarını daha önce duyurmuştu. İktidar, milyonların bu süreci nefesini tutarak izlemesini isterken; Merkez Bankasının hedefleri, IMF önerileri ve patronların talepleri doğrultusunda, açlık sınırının altında yaşayan ve Avrupa’nın en uzun çalışma saatlerine mahkum edilen emekçilere yine en düşük ücreti dayatmayı hesaplıyor. Bu gidişatı durduracak güçlü bir emekçilerin genel eylemi ve üretimden gelen tepki oluşmazsa, 2025 için yazılan senaryoyla 2026’nın da belirlenmesi hedefleniyor.

Asgari ücret ve çalışma saati
Asgari ücret, işçinin bir günlük emeğinin karşılığında ödenmesi gereken en düşük ücreti ifade ediyor. Gerçekte bu ücret; işçinin kapitalist üretim sürecindeki konumu ile patronla kurduğu, emek gücünün satışı ya da kiralanmasına dayalı “resmi” ve “kayıt dışı” sözleşmelerle şekilleniyor. İşçinin talep ettiği ücret, ertesi gün aynı güç ve sağlıkla işe devam edebilmesi için zorunlu olan ihtiyaçların toplam değerine işaret ederken, bunun içine çalışma koşulları da dahil ediliyor. 19. yüzyılda işçiler günde 14-16 saat, çoğu zaman hafta sonu olmaksızın çalışıyordu. Aşırı çalışma, çocuk işçiliği, tehlikeli makineleşme, zehirli maddelerle çalıştırma, madenlerde kitlesel ölümler, meslek hastalıklarında büyük artış vardı. Bakın cümleye 19. yüzyıl diye başladım, bugün üstünden geçen 150 yıla rağmen özellikle Türkiye gibi; ulusal ve uluslararası büyük sermayeye geniş bir hareket alanı açmak için ucuz emek sömürüsüne dayalı ekonomik modeli benimseyen iktidarlar, emekçilerin çalışma ve yaşam koşulları için 150 yıl önce kazanılmaya başlanmış haklardan bile mahrum bırakmaya çalışıyor. Kapitalist üretim için işçinin bedeni, zamanı, yaşam enerjisi ve sosyal hayatı birer üretim aracına dönüşür. Sermaye, maliyetleri azaltmak amacıyla iş gücünün yenilenme maliyetini düşürmeye, çalışmayı mümkün olan en yoğun düzeyde sürdürmeye ve güvenlik harcamalarını kârı azaltan giderler olarak görmeye eğilimlidir.

Sekiz saat medeniyet mi?
Sekiz saatlik iş günü, işçi sağlığı ve güvenliği açısından yalnızca bir sağlık mücadelesi değil; aynı zamanda sermayenin artı değer üretme kapasitesine vurulmuş tarihsel bir sınırlama. Bugün insanlar sekiz saatlik iş gününü bir “medeniyet göstergesi” sanıyor, oysa durum böyle değil. Sekiz saatlik iş günü, Chicago’da idam edilen işçilerin bedenleriyle, Paris işçilerinin barikatlarıyla ve dünyanın dört bir yanındaki grevlerle sermaye sınıfına zorla kabul ettirilmiş bir sınır. Sermaye bunu gönüllü kabul etseydi bugün hâlâ on altı saat çalışıyor olurduk.

Her 3 işçiden 1’i haftada 50 saatten fazla çalışıyor
Peki günlük veya haftalık çalışma süresi ve asgari ücret arasındaki ilişki nedir? Ücret günümüz kapitalist üretim modelinde saatlik ücret olarak belirleniyor. Uzun sürelerle çalışmak emekçiler açısından, bugün geçinebilmek için zorunlu tercih durumunda. Türkiye’de her 3 işçiden 1’i haftada 50 saatten fazla çalışıyor. Türkiye’de en çok iş kazası yaşanan iş kolları arasında gıda, tekstil, ana metal sanayisi, makine ve teçhizat hariç fabrikasyon metal ürünleri ile inşaat sektörleri öne çıkıyor. Bu sektörlerde iş kazalarının temel nedenlerini emek yoğun ve uzun sürelerle çalışma düzeni, yüksek üretim temposu, yetersiz denetim, alınmayan işçi sağlığı ve güvenliği önlemleri ve kâr için maliyetleri azaltma baskısı belirliyor. Bu koşullar işçi sağlığını sürekli tehdit ediyor; riskleri büyütüyor ve işçilerin bedenini, zamanını ve sosyal hayatını üretim baskısı altında “Kullan at” modeline evriltiyor. Patronlar işçinin sağlığını önemsemez çünkü iş gücü, sermaye açısından değiştirilebilir bir kaynak. İşsizler ordusu, işçilerin kolayca yerine yenisinin bulunabileceğini garanti eder. Bu nedenle işçi yıpransa veya sağlığı zarar görse bile, sermaye için esas olan; bireysel işçinin kendisi değil, emek gücünün üretkenliğinin korunması. İşçinin bedeni ve sağlığı, üretim sürecinde bir maliyet unsuru olarak görülüyor ve kârı azaltan bir harcama olarak değerlendiriliyor.

İşçi sağlığı kapitalizmin çelişkisidir
Kapitalist üretim sürecinde işçi sağlığı, sıklıkla göz ardı edilir; bunun yerine verimlilik ve sürdürülebilirlik kavramları ön plana çıkarılır. Bu kavramlar, işçinin bedeni, zamanı ve yaşam enerjisini sömürmenin görünmez araçları haline gelir. Günlük çalışma süresi uzatıldığında veya fazla mesailer zorunlu hale getirildiğinde, işçi bedeni fiziksel olarak yıpranır ve doğrudan çökme riskiyle karşı karşıya kalır. Ancak sermaye, bunu “verimlilik artışı” ve “çalışma gücünün sürdürülebilirliği” olarak sunar; işçinin fiziksel ve psikolojik yıpranışı, süreç içinde görünmez kılınır. Ücret politikası da sömürünün ana hedefidir. Düşük ücretler, işçiyi daha uzun saatler çalışmaya zorlar ve dinlenme olanağını kısıtlar; buna rağmen sermaye, bunu “ekonomik verimlilik” olarak meşrulaştırır. İşçi bedeni ve zamanı bir maliyet olarak görülür, kârı azaltan harcamalar olarak minimize edilir. Yoğunluk ve performans baskısı, sömürünün bir başka görünmez boyutunu oluşturur. Bant sistemi hızlandırılır, bir işçiye üç işçinin yapacağı iş yüklenir ve performans puanlarıyla sürekli denetlenir. Bu süreç, kronik stres, kas-iskelet hastalıkları, psikolojik çöküş ve sürekli yıpranma gibi zararlar yaratır. Sonuç olarak, verimlilik ve sürdürülebilirlik, işçiyi korumaktan çok onu sömürmeyi gizleyen araçlar haline gelir. İşçinin bedensel ve zihinsel sağlığı korunmadığı sürece, üretim sürecinin sürdürülebilirliği sadece sermaye için geçerlidir; işçi için ise sürekli bir yıpranma ve görünmez bir sömürü söz konusu.

İşçi sağlığı sermayeden sökülen tavizdir!
Haymarket direnişi ve uluslararası grevler, kapitalizmin çalışma süresini sınırlayan en büyük işçi hareketleriydi. Sermaye bu sınırlamayı asla gönüllü kabul etmedi, çünkü: Mutlak artı değer üretimi düşüyordu, gözetim ve disiplin maliyetleri artıyordu. Bu kazanım doğrudan sınıf mücadelesinin zaferiydi. İşçi sağlığı bir insan hakkı değil bir ahlak sorunu değil, sınıfın nesnel, ekonomik bir çatışma alanı. İşçi sağlığı teknik bir uzmanlık konusu değil, sınıf mücadelesinin stratejik alanı. İşçilerin çalışma koşulları için kazandığı hakların tamamı, üretim sürecinin sınıf karakteri nedeniyle bedel ödenerek alındı. İşçi sağlığı mücadelesi, ücret mücadelesinde çalışma sürelerinin sınırlanması mücadelesidir.

Evrensel