3. Havalimanı Direnişi’nin 2. yıldönümü: 'Servis kuyruğunda biri konuştu, sonra o binlere yayıldı, öyle görkemli bir şey oluştu!' - Can Kartoğlu

Şafak vakti. Yağmur yağıyor. İstanbul uykuda. Osman çoktan ayakta. Bir tek Osman mı? 3. Havalimanı işçileri barakalarından çıkmışlar, düşmüşler yola, girmişler uzayan servis kuyruğuna. Tarih 14 Eylül 2018. “Ne oldu o gün?” diyorum. 18’inde Batman’dan yola çıkıp İstanbul’a gelen, on aydır 3. Havalimanı şantiyesinde çalışan o vakit 20 yaşındaki elektrik ustası Osman, kara gözleri parlayarak diyor ki: “O sabah servis kuyruğunda biri konuştu, sonra o binlere yayıldı, öyle görkemli bir şey oluştu.”

İki yıl önce bugün. Yağmurun altında servis bekliyor yapı işçileri. Mesai 8’de başlıyor ama servis araçlarına binebilmek için 6’da sıraya girmek gerekiyor. Kayıtlı 31 bin işçi çalışıyor bu şantiyede. 20 bini gurbetçi, 10 bini İstanbul’dan. Mesai 8’de mi başlıyor dedik? İşçi 5.30’da kalkıp 6.00’da kuyruğa girip yağmur altında, kuş uçmaz kervan geçmez, dışarıya tamamen kapalı, çırılçıplak bırakılmış arazinin ortasında, bir buçuk iki saat upuzuuuun kuyrukta bekliyorsa, mesai 6.00’da başlıyor demektir. Yeni servis araçları şefler için, makasları kırık yan yan giden eski araçlar işçiler içindir. Her biri 26-50 kişilik. Sabahın erken saatleri. İstanbul uyurken, dünyanın en büyüklerinden olacak havalimanının duyurulan tarihte açılabilmesi için uyumayan işçiler sırada bekliyor. Vücutlarında tahta kurusu ısırıkları. Öyle böyle değil. 3. Havalimanı inşaatı için göletler kurur, kesilen ağaçların kökleri dozerlerle kazınır, ormanlar yok edilir, yok edilen ormanlarla birlikte sincaplar, kaplumbağalar, mandalar, geyikler, karacalar, domuzlar, kuşlar yurtlarından olurken, tahtakuruları yurt belliyor işçilerin bakımsız barakalarını. İşçiler bir yandan gerçek anlamda kaşınmaktan uyuyamıyor, bir yandan bazısı pazar dâhil haftada 66 saat çalıştığı için uyuyamıyor. “Haydi acele et!” diyor başlarındaki taşeron firma. İçlerinde günde kesintisiz 24 saat çalışan var. Sonrasında 6-7 saat uyuyup (daha doğrusu sızıp) yeniden işinin başına geçen; servis kuyruğunda, ağzına bir şey atmadan, sırasını bekleyerek… Düşünün ki önünüzde üç yüz kişi var. Sıra size ne zaman gelecek belli değil. Bindin bindin, binemedin 8’i 2 geçe işbaşı yaptın; yarım yevmiyen kesilecek. Bir tek servis beklerken değil yemekhanede de kuyruk alıp başını gidiyor. Sıra sana gelirse ne âlâ. Taşeronlar acımasız. Ücretlerini alamadıkları için hak talep eden işçiyi saate bakmaksızın işten çıkartılabiliyorlar. Kuralsızlık kural olmuş. Araç yok. Ulaşım yok. İşten atılan işçiler Arnavutköy’e yürüseler (Boğaz’daki Arnavutköy değil tabii…) en az 5-6 saat yürümeleri gerekir. Sabahın köründe bunları düşünüp sırada beklerken biri diyor ki, “Yeter artık!” Ses servis kuyruğu boyunca yankılanıyor. “Nedir bu eziyet! İnsan mıyız, köle miyiz biz?” Tabandan geliyor, işte böyle kendiliğinden kopuyor fırtına. İYİ-SEN (İnşaat ve Yapı İşçileri Sendikası) Başkanı Ali Öztutan’ın dediği gibi: “19. Yüzyıl çalışma koşullarında, örgütlü bir öncü yoksa, işçi sınıfının yapacağı kendiliğinden eylemlerdir.”

Islık sesleri… Talep mektubu…
3. Havalimanı işçileri ayaktadır. Hepsi bir ağızdan haykırır: “İnşaat işçisi köle değildir!”, “Yönetim istifa!” Sonra işçilerin ıslıkları yankılanır koca alanda. Ama ne ıslık! Islık dediğin en güzel eylemlerden biridir. Alkış niyetine de çalarsın ıslık, protesto etmek için de. Bir türlü sesini duyuramıyorsan, seslendiğin sesini duymayacak kadar uzaksa senden, ıslık çalarsın. Çığlık atar gibi… Duymak istemeyen de isteyen de duyar artık. Jandarma müdahale eder. Ama geri çekilmek zorunda kalır, dört yüz işçi gözaltına alınır. Daha sendika nedir bilmeyen Osman da 14 Eylül şafak operasyonunda birinci kampın işçilerini ancak topladıkları, onu almaya vakit kalmadığı için ertesi günkü şafak operasyonunda alınıp götürülür… Ve bu defa çekiç tutan eller kalem tutar, talep listelerini yazarlar. Öylece bütün Türkiye duyar 3. Havalimanı işçilerini.

Devrimci Yapı İş Sendikası’nın (Dev-Yapı İş) başkanı Özgür Karabulut da 3. Havalimanı şantiyesine gelip bir konuşma yaptığı için gözaltına alınır. Neden 3. Havalimanı’nda çalışmadığı halde oraya gelip de konuşma yapmıştır? Özgür Karabulut’un sözleri on binlerce işçinin kulağındadır artık: “(…) Bugünkü direnişiniz ülkenin Orta Çağ koşullarında çalışma koşullarında yaşadığınızın göstergesidir. (…) Biz örgütlü olursak, biz direnirsek değiştiremeyecek gücümüz yok. Daha önceki inşaat şantiyelerinde de oldu burada da olacak.”

“Kölece çalışma koşullarına karşı mücadele vermek benim görevimdir”

Altmış bir işçi yargılanır. Otuz biri tutuklanır, otuzu serbest bırakılır. İçlerinden sadece dördü sendikalıdır ama onlar da 3. Havalimanı çalışanı değildir. Dev Yapı-İş Sendikası Başkanı Özgür Karabulut’un, İnşaat-İş Sendikası yöneticilerinin ve işçilerin yargılandığı 5 Aralık 2018 tarihinde sosyal medyanın gündemini belirleyen etiket “ÜçüncüHavalimanıİşçileriYargılıyor” etiketidir. Yemekhaneden dönüştürülmüş duruşma salonunda “DİSK Dev Yapı-İş Genel Başkanı olarak kölece çalışma koşullarına karşı mücadele vermek benim görevimdir. Bu görev bilinciyle orada bulundum. (…) Yaptığım hiçbir şeyi reddetmiyorum. İşçilere anayasadan, uluslararası hukuktan doğan iş bırakma çağrısı yaptım ve bunun nasıl örgütlenmesi gerektiğini anlattım. Sözümüz dışında, üretimden gelen gücümüz dışında başka bir silahımız da yoktur” diyerek savunmasını yapan Özgür Karabulut ve 3. Havalimanı’nın tutuklu bütün işçileri hakkında tahliye kararı verilir.

2013’te ihalesi yapılan, 1 Mayıs 2015’te inşaat süreci başlayan, Limak-Kolin-Cengiz-Mapa-Kalyon Ortak Girişim Grubu tarafından İstanbul’un kuzeyinde 76 milyon metrekarelik dev bir alana; yani 3 Kadıköy büyüklüğündeki yere inşa edilen 3. Havalimanı 30 bin işçinin; o Vanlı, Dersimli, Osmaniyeli, Karadenizli çocukların, o isimsiz kahramanların alınlarının teri, bileklerinin gücü, yüreklerinin koruyla açılır. 29 Ekim 2018’de, Cumhuriyetimizin 95. yıldönümünde, görkemli bir törenle… Ali Öztutan’sa şöyle der: “3. Havalimanı’nın açılışı 14 Eylül’deki direnişle gerçekleşti.”

Hasan Oğuz’dan kalan…
Gelelim Osman’a. Osman şimdi 22 yaşında. Artık sendikayı biliyor, Fukara Tahir’i de, Yalınayak İsmet’i de, Necmettin Giritlioğlu’nu da biliyor… Demir Ökçe’yi de… 10 Kasım 2019’da Kadıköy’de Can Şafak’ın “Necmettin: Bir Devrimcinin Hatırası” kitabının tanıtımında en önde Hasan Oğuz’la birlikte dinliyor Can Şafak’ın anlattıklarını… 14 Aralık 2019’da bu sefer biz buluşup konuşuyoruz. Bize onu Dev-Yapı İş’le tanıştıran devrimci yapı işçisi Hasan Oğuz’a hayranlıkla, saygıyla bakarak anlatıyor bu süreci.

Sonra, koronavirüs salgınının daha ilk günlerinde; 3 Nisan’da üç pozitif vaka görülmesine rağmen kapatılmayan Galataport şantiyesinde 7 Nisan 2020’de kalp krizi geçiren, COVID-19 belirtileriyle tedavi gören Hasan’ın “bulaşıcı hastalık” nedeniyle öldüğü haberiyle, tarifsiz bir acı buluşturuyor Osman’la bizi. Hasan Oğuz’dan kalan mücadele gücüne sarınarak…

Kırmızı listeler… Mega projede çalışamayacaklar…
Osman’a 14 Eylül 2018’i nasıl değerlendirdiğini sordum. Dedim “Geriye baktığında ne görüyorsun? İleriye baktığında gördüğün ne?” Osman şöyle anlattı: “Üstünden 2 yıl geçmesine rağmen herhangi olumlu bir gelişme olmadı. Tam aksine sorunlar katlanarak arttı. En son pandemi süreci ile birlikte ekonomik krizi ve pandemiyi bir fırsat haline getiren patronlar daha fazla hak gaspı yapabiliyor. Benim için en önemli sorun ise, bugün hiçbir mega projede çalışamıyor olmam. Gerek havalimanı eyleminden gerekse sendikalı olmamdan kaynaklı… Gittiğimiz şantiyelere bazen bizden önce, bazen de girmemizle birlikte bizi firmaya ihbar ediyorlar… Firmalar kendi içlerinde hazırladıkları kırmızı listelerle bizleri bünyelerinde barındırmamaya çalışıyorlar… Bu şekilde havalimanı direnişinin hem intikamını alıyorlar hem de yeni havalimanı direnişleri yaşanmasın diye kendince önlemler almaya çalışıyorlar.”

Bu nasıl bir duygu yaratıyor acaba Osman’da? “Benim mega projelere alınmamam bende inşaat baronlarına karşı bir öfkeye yol açıyor ama bu öfke beni iyi bir yöne; örgütlenmeye sürüklüyor… Beni işe almama nedenlerinin benim haklarımı ve insanca yaşamı savunuyor olmamdan kaynaklı olduğunu biliyorum… Bu durum bana umutsuzluk vermiyor, bana doğru bir çizgide ilerlediğimi fark ettiriyor. Umutluyum, kararlıyım, kazanacağız!” diyor.

Genç yapı işçisi Osman Üney’e candan teşekkür ediyorum. Bertolt Brecht’in “Okumuş Bir İşçi Soruyor” şiiriyle bitiriyoruz söyleşimizi:

“Yedi kapılı Teb şehrini kuran kim?
Kitaplar yalnız kralların adını yazar.
Yoksa kayaları taşıyan krallar mı?
Bir de Babil varmış boyuna yıkılan,
kim yapmış Babil’i her seferinde?
Yapı işçileri hangi evinde oturmuşlar
altınlar içinde yüzen Lima’nın?
Ne oldular dersin duvarcılar
Çin Seddi bitince?”

Meraklısına:

– https://twitter.com/insaatsendika/status/1044550732383498240?s=20

– Bu yazımda yararlandığım 4 Şubat 2020 tarihli “60 Yılda Devriyapı” başlıklı metnimin linki:

https://sendika63.org/2020/02/60-yilda-devriyapi-fukara-tahir-yalinayak-ismet-necmettin-ve-isimsiz-yapi-iscileri-576161/

Sendika.Org