Krize Karşı Kooperatifler: Deneyimler, Tartışmalar ve Alternatifler kitabı üzerine - Doğan Halis

Kendi kendine yardım, dayanışma ve işbirliği anlamına gelen kooperatif kavramı yabancı kökenli bir kelime olmakla beraber, uygulamaları itibariyle Anadolu’nun yabancısı olduğu bir uygulama değildir. Nereden mi biliyoruz? 13. ve 14. yüzyıllarda Moğolların istilasına uğrayan Anadolu’da halk açlık ve sefalet içinde iken Ahi Evran Veli’nin öncülük ettiği üretim temelli Ahilik Kurumu’ndan biliyoruz. Hacı Bektaş-ı Veli Dergâhı etrafında toplananların yaptıkları kolektif üretim ve bölüşüm çalışmalardan biliyoruz. Birlikte üretimi, birlikte tüketimi, dayanışmayı ve uygulamalarıyla döneminde adeta bir sosyal güvenlik kurumu halini alan Ahilik etrafındaki örgütlenmeden biliyoruz. Bu örgütlenmeler birer sendika-kooperatif örgütlenmesi değil midir? 19. yüzyıl sonundan 20. yüzyıl başlarına kadar (1910) uzanan; Mithat Paşa’yla başlayan “Memleket Sandıkları-Menafi Sandıkları” uygulamaları ve akabinde 1888’de kurulan Ziraat Bankası bu çabaların ürünü değil midir? Osmanlı’dan 20.yüzyıla taşınan, öncesinde de var olan, Cumhuriyet’le birlikte hızlanan, başta Mustafa Kemal Atatürk tarafından olmak üzere hemen her düzeyde desteklenmiş kooperatifleşme çalışmaları da bu sürecin birer devamı değil midir?

Sağ siyasetçilerin ihaneti
Cumhuriyet sonrası temel kalkınma araçlarından biri haline gelmiş olan kooperatifleşme fikri süreç içinde rayından çıkarılmış, sinsice izlenen ve ulus aşırı sermaye işbirlikçisi siyasetçiler tarafından bugünkü yok edilme noktasına getirilmiştir. Çoğu zaman yolsuzluk ve kötülüklerin yapıldığı uygulamalar olarak sunulan konut kooperatifçiliğine de fazlasıyla haksızlık yapılıyor. Çok sayıda dar gelirli aile bugün oturdukları evlerine kooperatifler yoluyla ulaştılar. Sonuçta kooperatif fikri bir ortaklık ve müşterek örgütlenmedir. Başarısı ve başarısızlığı da bu işleyişin içine ne konulduğuna, nasıl yönetildiğine göre değişir. Nitekim sendikalar da aynı yapılar gibi değil midir?

Genç akademisyenlerin eline sağlık
NotaBene yayınlarından çıkan “Krize Karşı KOOPERATİFLER: Deneyimler, Tartışmalar ve Alternatifler” kitabının genç kuşak araştırmacıları, yeniden örmeye çalıştığımız kooperatifçilik hareketine “alternatif kamusal alan” tartışmaları etrafında yaklaşarak kitaba özgünlük kazandırmışlar. Cumhuriyetle birlikte önemsenen kooperatifçilik uygulamaları dönemin akademisyenleri tarafından desteklenmiştir ve elimizdeki yayınların çoğu o dönemin ve o dönemden etkilenenler tarafından ortaya çıkarılan eserleridir. 1980 öncesine kadar önemsenen kooperatifçilik, 24 Ocak Kararları ve Özalizmle başlayan, daha sonra izlenen sağ politikalarla zayıflatılmış, son olarak neoliberal saldırılarla yok edilmiştir.

Ezilenlerin yegâne çıkış yolu
Yakın zamanda başlayan ve giderek hızlanan, başta gıda olmak üzere giderek yayılan bir kooperatifleşme çalışmaları sürecinin içinden geçiyoruz. Kitabın önsözünde tarih boyunca dayanışma eyleminin farklı formlar içinde kendisini ortaya koyduğu belirtilerek “Güç ve iktidar sahiplerinin karşısında ezilenler için yegâne çıkar yoldur dayanışma. Buna karşın ise rekabet güç ve iktidar ilişkileri içerisinde, muktedir olanın hakimiyetini genişletmesinin aracıdır” ve devamında “Bu örgütsel yapıların öncülüğünde, Kapitalist sistemin içinde ama aynı zamanda ona karşı öğeler de içeren, onu aşma hatta alaşağı etme amacı taşıyan pek çok eylemlilikten söz etmek mümkündür” deniliyor.

Kitapta “kendi kendine yardım hareketi” olarak tanımlanan kooperatif hareketi çeşitli boyutlarıyla mercek altına alınıyor: şirketleşen kooperatifler, belediye-kooperatif, sendika- kooperatif, devlet-kooperatif ilişkileri.

Yazarlardan Uygar Dursun Yıldırım, öncelikle gıda sorununun Türkiye’de daha önce hiç olmadığı kadar politik bir tartışmanın konusu haline geldiğine dikkat çekiyor. Yıldırım’a göre kooperatif alanındaki yeni deneyimlerin önemi; devletin kamusal görevlerinden çekildiği, sermayenin hakimiyet kurduğu bir alanda “kamu” adına, yerele, tabana ve küçük üreticiye dayanması ve toplumun daha geniş kesimleri için kapsayıcı olmasıdır. Bu nedenle Yıldırım, sorunun kamusallık tartışması etrafında ele alınması gerektiğini söylüyor. Buradan hareketle çalışmasında, kamuoyunda tarımda “İzmir Modeli” olarak bilinen İzmir Büyükşehir Belediyesi ve Tire Süt Kooperatifi, Ovacık Tarımsal Kalkınma Kooperatifi deneyimleri üzerinde ağırlıklı olarak duruyor.

Çağatay Edgücan Şahin, çalışmasında Türkiye’nin güncel tartışma alanlarından olan tarımsal üretim sürecinin verili sorunlarının, kooperatifler aracılığıyla aşılma potansiyeli üzerine bir tartışma yürütüyor. Şahin bu tartışmada iki hususun öne çıktığına vurgu yapıyor. Bunlardan birincisi salt kooperatif üyesi çiftçileri odağına alan ve piyasa ilişkileri içerisinde şirket modeline yakınsayan mevcut tarımsal kalkınma kooperatifçiliği ve alternatif kooperatifçilik arayışları. Şahin eşitlikçi ilişkileri öne çıkaran, hem çiftçileri hem de ürünün işlenmesinde emek sarf eden işçileri ve son olarak kooperatif çalışanları ile tüketicileri odağına alacak (benim yorumum) bir örgütlenmenin hayata geçirilmesi olanaklarına odaklanıyor.

Ergün Ballı, Türkiye’de tarımsal kooperatifçiliğin gelişimi ve Fiskobirlik deneyimini tarihsel bir süreç içinde ele alıyor. Devlet ve tarımsal kooperatifler arasındaki ilişkinin yoğun niteliğine dikkat çeken Ballı, bu durumun Türkiye’de doğrudan üreticiler arasındaki kooperatifçilik bilincinin zayıf kalmasına ve Tarımsal Satış Kooperatifleri Birlikleri’nin devletin tarımsal ürünlere yönelik destekleme politikasının birer uygulayıcısı haline gelmesine neden olduğunun altını çiziyor. 2000’li yılların başından itibaren ise ulusal tarım politikasının, IMF ve Dünya Bankası’nın baskısı altında küresel sermayenin çıkarlarıyla uyumlu olacak şekilde yeniden şekillendirildiği biliniyor.

Kadıköy Kooperatifi, kitap çalışmasına kolektif bir makale ile katkı vermiş. Makalede endüstriyel tarıma dikkat çekilip, zehirli (toksik) girdilere dayanan uygulamaların üreticiyi kendisine bağımlı kılmanın ötesinde doğaya, çevreye ve onun bir parçası olan insana geri dönüşü olmayan ölümcül zararlar verdiğine işaret ediliyor. Tüketicinin, gıda üretimi süreçlerine olan ilgisizliği ve kopukluğu, kimyasalların ve katkı maddelerinin gittikçe daha yoğun kullanımıyla sonlanıyor. Bu sürecin beraberinde gıdaya bağlı hastalıkların artışına, tarım kimyasallarının doğaya verdiği zararlara, yerel gıda üretimi üzerinde kurulan ölümcül baskıya, bir yanda açlıkla boğuşan halklar varken diğer yanda muazzam bir israfın son derece normal karşılanmasına dikkat çekiliyor.

Serkan Öngel’in iki makalesi bulunuyor. Birincisi “Sendika-kooperatif ilişkisi ve sendikaların yatırım faaliyetleri”, ikincisi daha önce gün ışığına çıkartılmayan, metal sektöründe örgütlü bulunan, DİSK’in kurucu sendikalarından birisi olan ve faaliyetlerinden 12 Eylül’den sonra alıkonan Türkiye Maden-İş Sendikası’nın bu alandaki deneyimleri ile yapı kooperatifleri uygulamaları.

Can Şafak Türkiye Maden-İş Sendikası’nın kendi içinde yürüttüğü tartışmaları ve bu tartışmaların, dönemin CHP’sinin “halk girişimciliği” üzerinden şekillendirmeye çalıştığı kavramla ilişkisini irdeliyor. Şafak kitaptaki makalesinde “Halk sektörü, sendika içinde güç kazanan ‘devrimci kanat’ ya da ‘genç kuşak’ tarafından, ‘sınıf bilinci’ ve ‘sınıf mücadelesi’ temelinde, sol/sosyalist bir bakışla ve sert şekilde eleştirilmiştir” yorumunu yapıyor.

R. Funda Karadeniz, bu tartışmalar ışığında kooperatiflerin küresel ekonomik düzlemde alternatif bir örgütlenme modeli olarak değerlendirilebilmesi için erken bir dönem olduğunu ve neoliberal küreselleşmenin kooperatifler açısından bir çözülme tehdidi yarattığı düşüncesini savunuyor. Bu çerçeve içerisinde makalesinde öncelikle neoliberal ekonomik düzende kooperatiflerin yerine değinilmiş, şirket kapitalizminin kooperatiflere yönelik ne tür saldırılar yaptığı irdelenmiş ve buna karşı kooperatiflerin ne tür politikalar izlediği ele alınmış.

Mehmet Cevat Yıldırım, “AB ve Kooperatifler” başlıklı makalesinde Avrupa’da gelişen bir yönetim ve örgütlenme modeli olan kooperatiflerin, kıta ekonomisinin geçirdiği her zorlu dönemde gündeme geldiğine, kriz karşısında dayanıklılığıyla öne geçtiğine dikkat çekiyor. Bu doğrultuda AB tarafından atılan adımlar ve bu adımların sonuçları çalışmada yer almış, son olarak AB adaylığı süreci devam eden Türkiye’de kooperatiflerin genel durumuna, ulus üstü temsilci kuruluşlara katılımına ve faaliyet koşullarının Avrupa’yla karşılaştırılmasına değinilmiş.

Son olarak Göktürk Kalkan, kitaba kurumsal yönetim tartışmaları üzerinden katkı veriyor. Kalkan, kooperatiflerin doğasından kaynaklanan kendine has sorunlarının var olduğundan hareketle, kooperatiflerde kurumsal yönetimin gerekliliğini ifade ediyor. Ayrıca kooperatiflerde kurumsal yönetim modelleri ve temsilcilik teorisi yönünden kurumsal yönetim, kooperatiflere özgü olarak ele alınıyor.

Sonuç ve temenni
Sonuç olarak bu çalışma farklı boyutları ile kooperatifleri ve kooperatifleri belirleyen kurum ve örgütleri, bu kapsamdaki deneyimleri, tarihsel bir perspektiften ortaya koymaya çalışıyor. Konut kooperatifleri deneyimleri, kredi kooperatifleri, çevre, kültür, eğitim, sağlık ve enerji kooperatifleri de kitapta eksik kalan alanlardır. Eksik konularına rağmen, genç akademisyen ve araştırmacılar bu çalışmalarıyla, kooperatifleşme alanında yaşanan yoğun çalışmalara ön açıcı kavramlar ve bilinmeyen bazı yönleri açığa çıkarmakla sürece önemli katkılar sunmuşlardır. Bu alana ilgi duyan yeni toplumsal mücadele alanlarından birisinin tarımsal kalkınma temelli kooperatifleşme hareketlerinden doğacağı, bu alanın daha çok akademisyenin ilgisine mazhar olması temennimizdir.

Sendika.Org