Eski bir Şili deyişi vardır: “Hiçbir düşman yüz yıl yaşamaz, hiçbir Hıristiyan bu düşmana kayıtsız kalmaz.” Son günlerde tüm ülkeye yayılan protestolar şuna işaret ediyordu: Pinochet dönemi anayasası ve toplumsal yapısının simgelediği “şeytan”a artık insanların tahammülü kalmamıştı
Eski bir Şili deyişi vardır: “Hiçbir düşman yüz yıl yaşamaz, hiçbir Hıristiyan bu düşmana kayıtsız kalmaz.” Son günlerde tüm ülkeye yayılan protestolar şuna işaret ediyordu: Pinochet dönemi anayasası ve toplumsal yapısının simgelediği “şeytan”a artık insanların tahammülü kalmamıştı. Geçtiğimiz hafta Şili 1990’da diktatörlüğün sona ermesinden beri yaşanan en kitlesel gösterilere sahne oldu. Yıllardır ilk kez insanlar, Santiago’da ve diğer şehirlerde barikatlar kurdular ve “cacerolazos”a katıldılar. (Tencere tavalarıyla sokaklara çıktılar, araba kornalarına asıldılar ve diktatörlüğü protesto ettiler.) Göstericilerin şarkıları (biraz değişmiş olsa da) eski zamanları yâd ediyordu. Ne var ki Pinochet dönemi yasalarını kullanarak göstericilere biber gazı, su ve dayakla müdahale eden polisin davranışı hiç de o günleri andırmıyordu. 800’den fazla insan gözaltına alındı.
Hükümet, Öğrenci Federasyonu başkan yardımcısı Francisco Figueroa’nın “aspirin ve yara bandı” diye tanımladıklarından başka bir şey vaat etmedi. Ne var ki öğrencilerin istedikleri bu değil eğitimden kâr elde etme mantığının ortadan kalkmasıydı. Hükümetin aspirin ve yara bandından fazlasını verememesinin nedeni Şili’deki sistemin ta kendisidir. Eğitim sistemini değiştirmek 1981’den beri dayatılan ve 90 sonrası hükümetlerce de kabul gören Pinochet anayasasını değiştirmek demektir. Neoliberal ekonomik modelin ve bunun ardındaki vahşi zihniyetin değişmesi demektir. Eski diktatörlüğün yardakçılarından ve Pinochet dönemindeki özelleştirmelerle ve vahşice baskıcı diyebileceğimiz çalışma kanunlarıyla palazlanan işadamlarından oluşan hâlihazırdaki hükümet, elbette ki gerekli değişimleri gerçekleştirmekten kaçınıyor. Carlos Larrain’in, Başkan Pinera’nın da üye olduğu Ulusal Yenilenme Partisi liderinin açıklaması “yıkıcı hareketlerin elimizi kolumuzu bağlamasına izin vermeyeceğiz” şeklindeydi.
Şili’deki eğitim modeli Birleşik Krallık’taki İngiliz muhafazakâr hükümetlerinin uygulamaya çalıştıkları modelle birçok bakımdan benzeşiyor. Okulların finansmanı yerel yönetimlere bağlı ve bu yüzden eğitimin niteliği okulun içinde bulunduğu yerin gelir düzeyine göre değişiyor. Kamusal eğitime ayrılan merkezi yatırımlar önemsenmeyecek miktarda ve okulların niteliği arasında muazzam farklılıklar var. Öğretmenlerin gelirleri çok düşük ve aslına bakılırsa sistem eğitim personelinin fedakârlığı üzerinde ayakta duruyor. Orta sınıf ailelerin önemli bir kısmı çocuklarını şartların daha iyi olduğu özel okullara gönderiyor ancak bunun için genellikle borç altına girmek zorunda kalıyor.
Üniversiteler düzeyinde durum daha da kötü. Özel üniversitelerin nitelikleri kontrol edilmeksizin yaygınlaşması Pinochet’nin eğitim yasalarının bu düşük nitelikli kurumların açılmasına imkân vermesiyle gerçekleşti ve tepedeki üniversitelerle diğerleri arasında çok ciddi farklar oluştu. Birçok öğrenci bugün yüksek harç giderlerini karşılamak için borçlanmak durumunda. Zenginlerin başarıya ulaştıkları geri kalanların da sadece yaşamlarını sürdürebilecekleri bu sistem orman kanunu düzenlemelerle desteklendi. Eğitim sisteminin kazananları üniversite sahipleridir, denebilir. Bunların birçoğu bugün hükümetteler ya da hükümetle bağlantılı kişiler. Bu durum, sistemde herhangi bir reforma ilişkin gönülsüzlüklerini açıklıyor.
Ne var ki Şili yaygın öğrenci eylemlerine daha önce de sahne olmuştu. Özellikle de 2006’da “Penguen devrimi”* akılda kalanlardan. Şu anki hareketliliğin diğerlerinden farklı olmasının nedenlerini anlamak için kökeni karanlık diktatörlük yıllarına uzanan diğer meselelere göz atmak şarttır. Bu diktatörlük hayatın tüm alanlarında rekabetin ve piyasanın egemen olduğu bir ekonomik modeli uygulamaya geçirmişti. Allende’nin sosyalist hükümetini 1973’te devirdikten sonra yeni bir Şili yaratmayı kafasına koyanlar, eski sistemin Marksistlerin iktidara gelmesine yol veren tüm boşluklarını bir bir kapattılar. Yeni Şili’nin 1981 anayasası adeta kutsallaştırıldı. Bu, temel özelliği solu dışlamak olan oldukça antidemokratik bir seçim sistemiydi (İngiltere’dekini model alıyordu) ve kitlesel özelleştirmelere, emek hareketini işlemez hale getirmeye, ihracata bel bağlamaya ve bakır madenlerinin yabancı sermayeye açılmasına elveriyordu. Şilili şair Gabriella Mistral’in sözleriyle “[Şili’de] bakıra sahip olan siyasetin de sahibi oluyordu”. 1983’ten sonra madenler yabancı sermaye tarafından paylaşıldı. Bu satışlar yabancı maden şirketlerine kâr ettirmek için düşük vergilerle ve rödevans olmaksızın yapıldı.
Şili ekonomisinin motoru bakırdır. 1971’den önce yabancı bakır şirketlere yüklenen vergiler ile ve bundan sonra devlet şirketi olan Codelco’nun katkıları ile işlemiştir. Şili’de bakırın önemini anlamak için geçen yıl Şili’de çıkartılan bakırın değerinin 39 milyar dolar olduğunu bilmek yeterli. Şili’nin 16 milyonun üzerinde bir nüfusu ve her Şililiye yaklaşık 2 bin dolar verme gücü var. Başkan Pinera Şili’nin ortalama ücret düzeyinin “15.000 $” olduğunu açıklasa da bu veri zenginler tarafından geçersiz kılınıyor. Şilili akademisyenlerin son araştırmaları Şilililerin yüzde 60’ının gelirinin Angola’daki ile aynı ortalamada olduğunu savunuyor.
Bu matematik protesto hareketlerinin itici gücünü oluşturuyor. Eğitimdeki hoşnutsuzluk zor gücü ile getirilen ve askerin geri dönmesi korkusu, borçlar ve en yoksullara yapılan hükümet yardımları ile kendini sürdüren bir sistemin verdiği mutsuzluğun sadece bir yüzü. Şilililerin diktatörlüğün yasalarına ve bunları uygulayanlara karşı sabrının tükenmekte olduğunun ilk işareti 2006’da ortaya çıktı. Bugünkü ana siyasi partilerin hiçbiri protesto hareketleri üzerinde ne etkili ne de destek veriyor. Şilililerin yüzde 57’si ise ne hükümeti ne de ana muhalefeti destekliyor. 1990-2010 arasında ülkeyi yöneten Demokratik Uzlaşma koalisyonunun liderlerinden harekete destek gelmemesi de önemli. Bu hareketlenme parti politikalarının ötesinde bir durumla ve tüm bir sistemin toptan reddiyle ilgili. Öğrenciler bugün eğitimde piyasalaşmayı önlemek için kapsamlı bir tasarının üzerinde çalışıyorlar ve yeni bir anayasa için referandum talep ediyorlar ki bu Şili’nin 1981’den beri talep ettiği şey. Öğrenci liderlerinin dediği gibi bugün Şili’de ya yeni bir sistemin kurulmasını savunacaksınız ya da “sağ kanatla bir olup diktatörlüğün mirasını savunacaksınız.”
İnsanların bu çağrıyı dikkate aldıkları ortada. 2006’dan farklı olarak şu anki hareketler eğitim sektörü dışındaki insanları da hareketlendirmiş durumda. Bunu takip eden bir dizi protesto oldu. Maden ve liman işçileri greve gittiler. Güney’de Punta Arenas şehrinde doğalgaz fiyatları için günler süren protestolar gerçekleşti. Yerli Mapuche siyasi mahpusları açlık grevine başlayarak kendilerini kurban eden terörle mücadele kanununu protesto ettiler. Binlerce kişi çevreyi tehdit eden enerji ve maden projelerine karşı sokağa çıktı. CUT sendikalar konfederasyonu bu ayın 24 ve 25’i için ekonomik ve toplumsal değişiklikleri talep eden bir genel grev çağrısı yaptı.
Bugün yaşanan Şili’de Pinochet sisteminin sınırlı demokrasisinin ve neoliberal ekonomik sistemin sonunun başlangıcı gibi görünüyor. İlki toplumsal ve ekonomik değişimlere ayak uyduramazken ikincisi toplumsal adaleti içeren bir büyümeye imkân vermiyor. Bundan sonra ne olacağını kimse bilemez, ancak Şilili kaynaklar öğrencilerin ve diğerlerinin İzlanda’yı (anayasal olarak), Brezilya’yı (Brezilya’da İşçi Partisi’ni iktidara getiren gelişmeler) ve sosyal demokrasi ve refah devleti uygulamaları açısından ise İskandinav ülkelerini dikkate aldıklarını gösteriyor. Ancak örnek alınması gerekenin Venezüella ve (özellikle de daha yaşlı nesle göre) Şili’nin kendi Salvador Allende deneyimi olduğunu söyleyenler de var.
Rahatsızlığın hükümeti düşürecek ya da en azından gelecek seçimlerde alt edecek bir muhalefeti oluşturacak seviyede olduğu kesin. Bu gerçekleşirse etkisi Şili’nin ötesinde, Latin Amerika neoliberalizmleri üzerinde görülür. Kolombiya ve Meksika’da izlenen siyasal ve ekonomik yollar ve toplumsal uyum açısından bu örneğe benzemektedir. Eğer Şili, yani bölgede neoliberalizmin en başarılı olduğu ülkelerden biri, sınırlı temsili demokrasi ve serbest piyasa ekonomisinden dönerse diğer yerlerde benzer muhalefetlerin önünü açmış olur.
Victor Figueroa Clark Latin Amerika’da sol siyaset üzerine çalışıyor. Doktora çalışması Pinochet döneminde Şili solu ve onun sosyalist ülkeler ile ve özellikle Nikaragua’daki Sandinist devrimle ilişkisi üzerine.
* Bkz. http://www.latinbilgi.net/index.php?eylem=yazi_oku&no=590 (ç.n.)
[blogs.lse.ac.uk adresindeki İngilizcesinden Açalya Temel tarafından latinbilgi.net (Sendika.Org) için çevrilmiştir]