En ağır işi yapıyoruz fakat ‘işçi’ olarak tanınmıyoruz / Ev işçisi Nuray Akkaya ile söyleşi - Ayla Önder

Evde veya ofiste durmaksızın hareket halinde olan ev işçileri. Onlar çoğu kez “temizlik robotu” muamelesiyle karşı karşıya kalıyorlar. Bir dakika dinlenecek olsalar bakışlar üzerlerine çevrilir. Nuray Akkaya da bir ev işçisi olarak yaşamını sürdürüyor. Zor olan ne varsa hep Nuray’ın karşısına çıktı. Her şeye tırnaklarıyla toprağı kazar gibi ulaştı. Zonguldak’ın Çaycuma ilçesinin Karapınar beldesinde doğdu, orada büyüdü. Maden işçisi bir babanın ve tarımla, bağla, bahçeyle uğraşan annenin kızı.

Köyden şehre gelmek, umut aramak
Çocuk yaşta olduğu halde “çalışarak okumanın” planını yapıyordu. Karapınar’da ortaokulu bitirdiği yıl lise eğitimi koca bir sorun olarak önüne geldi. İstanbul’daki bir akraba O’nun için umut ışığı oldu. Bu ailenin yanında kalıp, büyük şehirde iş bulabileceğini umut etti. İstanbul serüveninde başına gelenleri anlatmak istiyor önce, dinliyoruz; “Büyüdüğüm yerde lise okumak çok zordu. Çünkü köy dışındaydı okul ve ulaşım mümkün değildi.” Eğitime devam etmek Nuray için çok önemli fakat bir süre ara vermek ve çalışarak para biriktirmek istiyor. Daha ortaokul çağları! Bu yolla eğitim masraflarını karşılayabileceğini düşünüyor. İstanbul’a bu amaçla geliyor. Ama amca evi O’nun hayatında koca bir ağırlığa dönüşüyor.

“O evde yetim gibiydim”
Şu sözleriyle o günlerde içinde bulunduğu durumu paylaşmaya çabalıyor Nuray; “Ama kendi ailen ve evin olmayınca maalesef mümkün olmuyormuş. Yetim gibi oluyorsunuz. Kendi eviniz gibi istediğinizi talep edemiyorsunuz.” Babaannesinin rahatsızlığı bir yandan. Evin kalabalıklığı diğer yandan. Amcasının çocukları da var. “Yengem hamileydi. O’nun doğumu, yaşlı babaanne derken ben hasta ile ilgilenen, çocuk bakan, yemek hazırlayan, temizlik yapan insan durumunda buldum kendimi. Ve sonra baktım bu ortamdan vakit kazanıp iş bulamayacağım, köye geri dönmeye karar verdim.”

“Okul içimde ukde kalmıştı”
Malum nedenlerden çalışamadı, ihtiyaçlarını karşılayamadı. Okul da olmadı tabii. Hep içinde ukde kaldı. “Aslında okulumu bitirip bir meslek seçmeyi sonrasına bırakmıştım. Yaşadığım olumsuz gidişattan dolayı seçim noktasına hiç gelemedim” sözleriyle içinde ağrı gibi kalan o günlere geri gidiyor. Peki Çaycuma’ya dönünce neler oldu? “İstanbul’da hem çalışıp hem de liseyi okuma idealim hüsranla sonuçlanınca bir daha o hayali hiç düşünmedim. Başımı öne eğip köye geri döndüm. Beldedeki her kız çocuğu gibi evin günlük işlerini yapıp, anneme tarım işlerinde yardım ediyordum.”

“Karşıma hep imkansızlıklar çıkıyordu”
Bir yandan Karapınar’da gidebileceği bir kurs arayışına girmiş. Ayrıntı veriyor; “Bilgisayar öğrenmeyi çok istedim ama ulaşım sorunu yaşadım yine bilgisayar kursuna gidebilmek için. Çünkü o kurs da beldenin dışında bir ilçedeydi. Neyi hayal etsem uzaklarda bir yerlerde oluyordu. Benim de oralara erişmekte hep imkânsızlık karşıma çıkıyordu. Yol parası, kurs ücreti babamın karşılayabileceği imkanlar değildi. Daha sonra köye dikiş kursu geldi. Ben ‘buna bari gidebilirsem, belki bana bir kapı açar, ışık aralar’ diye düşündüm.” Peki, bilgisayar öğrenip nasıl bir işe girmeyi hayal ediyordu? Şöyle yanıtlıyor; “En azından hastanede çalışmak veya bir büroda muhasebe kayıtları tutabilmek gibi düşündüm. Şu an çok komik geliyor tabii ki. O beldedeki olanaklar ortada ama ben ısrarla hayal ediyorum!” Babasının kısıtlı ekonomik durumunu açıyor; “Ailede babam en büyük evlattı. Ve kendi babasına, annesine, kardeşine bakan da oydu. Bir de annem, ağabeyim ve ben. Kardeşinin düğününe kadar üstlenmiş ve hep borçlarla boğuşan bir adamdı. Olan da evin kadınlarına, anneme ve bana oluyordu. Yoklukları hissettirmemek, tasarruf yapmak, bağda bahçede iki kat fazla çalışmak.”

“Neden ben olmayayım diye düşündüm”
Araya evlilik düşüncesi giriyor. Zaten evleneceği insanla süren flörtleri var. Sonra nikah kıyıyorlar. “Benzer bir işteyiz. O da temizlik işiyle ilgileniyor. Halı yıkaması yapan bir işyeri var, esnaf yani” diyor. Çocuğu da doğunca işe girme olasılığı çok düşüyor. Anlatıyor genç kadın; “Çocuğum olunca güvenle bırakabileceğim bir olanak da bulamadım. O zamanlar eşimin çevresiyle tanıştım ve Serpil Hoca’yı tanıdım. İmece Sendikası’nın varlığından da O’nun sayesinde haberim oldu.” Temizlik işçiliği de bir sohbet sırasında ortaya çıkmış; “Bir gün yaşadığımız sitenin apartman görevlisiyle sohbetini anlatıyordu eşim bana. Herkes gibi günlük yaşadıklarımızı konuşurken, ‘Biliyor musun, bir eve sadece 2 gün için temizlik işçisi aranıyormuş’ dedi. Bunu duyunca ‘neden ben olmayayım’ diye düşündüm. Haftanın 2 veya 3 günü çalışırsam kirayı kurtarabilecektik. En azından kayınvalidem 2 gün çocuğa bakarsa ben de ev işine gidebilecektim. Bu şekilde işçiliğe adım attım.”

İmece Ev Emekçileri Sendikası görevlisi Nuray Akkaya, işinin risklerinden de söz ediyor; “Can güvenliği yok. ‘Cama çıkma, çıkarma’ sloganımızla bu tehlikeyi çok fazla dile getirdik. Her yıl cam silen onlarca arkadaşımız pencerelerden düşüp can veriyor. İnşaat işçisinden hiç farksız değil ev işçiliği.”

Nuray aynı zamanda İMECE (Ev İşçileri Sendikası) üyesi. Bu sendika ile beraber neler öğrendiğini soruyorum. “İMECE ile birçok ilke adım attım. Hak arayışında ses çıkarmak için koca bir özgüvene sahip oldum. Meclis’e gidip önergeler vermeyi öğrendim.” Bu mesleğin farklı tanımlanmasından dolayı, ev işçilerinin “işçi” olarak tanınmadığını söylüyor. “ILO 189 ülkemizde imzalanmadığı için ‘işçi’ sıfatını alamıyoruz” diyor ve ekliyor; “Sendikamız çok eski bir geçmişe sahip. Biz kitlemizi büyütmeye çalışıyoruz. Fakat maalesef hayli ev işçisi, sendika nedir, onu dahi bilmiyor. Dileğim evlerde çalışan bütün kadınların örgütlenmesi ve haklarını sokaklarda haykırması.”

Asıl ağır mesai işten eve dönünce
Oradan tekrar başka bir konuya geçiyoruz. Çektiği sıkıntılara geliyor yine söz. Hem çocuğunun sorumluluğu hem Alzheimer hastası bir annenin bakımı, kemoterapi gören bir baba için koşturma. Yıllarca ev işçisi olarak çalışan Nuray için eve döndüğünde ikinci bir ağır mesai başlıyordu. “Hayat bana hiç iyi davranmadı” yakınmasının ardından şunları dile getiriyordu; “Çok zorlu bir hayatla mücadele verdim. Evet, çalışan bir kadınım. Ekonomik sorunlarımı bu sayede bir nebze hafiflettim ama hayattan çok alacağım var. Anneme sürekli çocuk gibi baktım. Öte yandan babam yıllarca kanserle mücadele etti, O’nun tedavisiyle ilgilendim. Temizlik işine gidince eşim annemin bakımını üstleniyordu. Arada gelip kayınvalidem yemeğini verirdi. Birer gün arayla haftanın 3 günü ev temizliğine gidiyordum. Tek başıma kaldım. Beni var eden kadın artık benim çocuğum gibiydi. Bazen öyle gerçekçi davranıyordu ki Alzheimer hastası annem, sanki benimle dalga geçiyormuş gibi geliyordu. Psikolojik olarak da beden olarak da çok çöktüm. Anneciğimi 2023’te kaybettim, tamamen yetim kaldım.”

“Annem gidince evin sadece taştan ibaret olduğunu anladım”
Ev işçiliği kolay değil elbette. Bu işe dair sık sık farklı konuları paylaşıyor; “Çok sigortasız, kayıtsız çalıştırıldım. Bedeni çok yoran, içten içe de sömüren, hasta eden bir meslek. Hele ki sigortanız yoksa geleceği de yok eden bir meslek. Diğer yandan herkes zaten doğal ev işçisi! Kadın ve kız çocukları evin temizliği ile meşgul. Sanki onlarda başka bir yetenek yokmuş gibi. Tarımdan tutun, yemeğine, çocuğa kadar her şeyi hazırlayan biz. Giyime, evin hesabına kadar var eden biz. Ama hiç görülmüyoruz. Ben de bilirdim yaşadığım olumsuzluklarla var ettiğim evleri devirmeyi. Fakat ben ayakta kalır ve güçlenirsem o ev ayakta kalabilecekti. Anam da öyleydi. Annemin var ettiklerini sahiplendiğini ama o bu dünyayı terk ettiğinde o evin sadece taştan ibaret olduğunu, dağıldığını gördüm.”

O artık sendikalı
Nuray, yapı olarak çok hayalperest olduğunu söylüyor. Empati duygusunun yüksekliğinden dem vuruyor. ‘Ama bu bana artık çok zarar veriyor’ diyor. “Sonrasında sömürüldüğümü de çok gördüm. Yapı olarak inatlaşabilen, bazen de sabırlı olabilen bir insanım. Ama yeri geliyor gözü kararmış şekilde olayların üstüne gidiyorum. Bu şehre ilk geldiğimde sokaklardan korkuyordum. Ama şimdilerde Taksim’deki o feministler yürüyüşünde oluyorum, herkesle slogan atıyorum. Nuray da polisle burun buruna gelebiliyor artık, inatlaşabiliyor!” Nuray’ın İmece’de faal görevleri var. Ev İşçileri Sendikası üyesi olunca bir çok ilke adım atmış. Meclis’e gidip önergeler vermeyi, hak hukuk arayışında ses çıkarmayı. “Bunlar hayatımdaki ilklerdi” diyor.

“Sürekli bir koşturmaca içinde oluyoruz”
İşinde son derece yoğun bir emek harcadığını anlatıyor; “Ev işinde sürekli koşturmaca halindesiniz. Ve her şeyi yetiştirme derdinde oluyorsunuz. Bize ‘gündelikçi’ de diyorlar. Ücretimizi günlük olarak öderken onlar toplu kazanımlar elde ediyorlar. Kendileri sigortalı çalışırken, evinde çalışanın sigortası veya senelik zammı akıllarına gelmiyor. Bizim insanımızın yapısından mı bilemiyorum ama ezmeyi, sömürmeyi çok seviyor. Evini ona tepsiyle sunan insanın geleceğini, yaşlılığını nasıl elinden alır? Hangi söz bunu anlatabilir. Okumuşu da cahili de makamları olanlar da el birliğiyle işçi hakkını vermeme konusunda çok ustalar.”

“Onlarca arkadaşımız pencerelerden düşüp can verdi”
Nuray çok şanslı çünkü ev işçisi olarak sigortalı olmayı başarabilmiş. Düşüncelerini paylaşıyor; “Ben sigortalıyım ama o kadar çok arkadaşım güvencesiz olarak çalışıyor ki. Ne hak ne de sosyal yönden çok değersiz ve bilgisiz görülüp, itibarsızlaştırılıyoruz. Talepte bulununca ülkenin ekonomik durumu ortaya atılıyor ve hakkımızı isteyemiyoruz.” Bu meslekte can güvenliği çok hassas bir konu ve sözü oraya getiriyor. İMECE Ev Emekçileri Sendikası görevlisi Nuray Akkaya, cam silerken yaşanan ölümlerden söz ediyor; “Can güvenliği yok. ‘Cama çıkma, çıkarma’ diye bağırıyoruz eylemlerde. Her yıl cam silme esnasında onlarca arkadaşımız pencerelerden düşüp can veriyor. İnşaat işçisinden farksız değil ev işçiliği.”

İçinde ukde olan liseyi mutlaka okumalıydı
Gözü kara, yeri gelince de inatçı bir duruş sergileyen Nuray sizce lise diplomasını almadan, o “ukde” olmuş isteğe ulaşmadan hayatını sürdürür mü? Tabii ki hayır. Artık evli, çocuğu büyümüş, ev işçiliği yapıyor. Ama o diplomayı almak için hayallere başlıyor bu kez. Bu süreci dinliyoruz genç kadından; “Uzun yıllar sonra karar verdim, liseyi bitirecektim. Hem evliliğimin sorumluluklarını yerine getiriyordum hem ev işçisi olarak çalışmaya devam ediyordum. Oğlumla ilgileniyordum diğer yandan. Bunların yanında akşamları masada defter kitap, dışardan lise bitirme sınavlarına hazırlanıyordum. Emeklerim boşa gitmemişti. Sınavları geçerek diplomayı aldım. İnanamadım buna. Çok mutlu oldum. İçimde kelebekler uçuşuyordu adeta. Hayal ettiğim o kâğıt ellerimin arasındaydı.” İlk zamanlar hep elim ona gidiyordu. Açıp açıp defalarca baktığım oldu diplomama. Bir yandan da kendime soruyordum. ‘Neden hayalimi zamanında yaşayamıyorum’ diye. Ama aynı zamanda daha da hırslandım. Bu kez üniversiteye girecektim. Ona da aylarca hazırlandım. İlk sınavda çok heyecanlandım. Soruları tekrar tekrar okudum. Ellerim titreyerek işaretledim. 2. sınav sonrası ise tercihlerim arasından puanımın yettiği yeri kazandım. Sağlıkla ilgili bir yüksekokuldu. Bölümleri oğlumla beraber işaretlemiştik. Ne var ki okul Sivas’taydı. Oraya gidip okumam imkansızdı. Gitmesem bile kazanmıştım ya. O yarattığı duygu beni beslemeye, daha da güçlendirmeye yetti.”

Eminim ki Nuray’dan, peşinden gittiği hayallerine ulaşma ısrarından ilham alan çok kadın olacaktır. Muhteşem manzaralı çatı katlarını, devasa salonları, lüks evleri güne hazırlayan ev işçisi kadınlar, bir roman kahramanı gibiler adeta. Herkesin kirletip bıraktığı köşeyi bucağı onlar temizliyor, paklıyor. Yaşlıları onlar hayata bağlıyor… Hastalara derman gülümseyen yüzlerinde, gün sonu yorgun düşen bileklerinde. Cesaretlerine, güçlerine ve emeklerine dair o kadar anekdot var ki. Dilerim ki kaleme alacağımız yeni hikayelerle karşılaşırız…

Kadın İşçi