Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı hazırladığı “İş Sağlığı ve Güvenliği Kanun Tasarısı”nı başbakanlığa gönderdi. Tasarının muhtemelen Haziran ayında yasalaşması bekleniyor.
Ancak çıt yok! Mecliste yer alan burjuva siyasal partilerin bu konuyu gündemleştirmemesi normal. Türkiye’de ve dünyada zorunlu kalınmadıkça burjuva siyaset gündemi zaten özenle sınıflarüstü tutulur, işçi sınıfının yaşam ve çalışma koşulları gündemde kendisine yer bulmaz.
Küçük burjuva siyasal grup ve partilerde de ses yok! Antifaşist, ulusalcı, reformist, kültürel siyaset çok uzun zamandır bu hareketlerin temel ekseni oldu. Sınıf sorunları ancak cüzdan ile vicdan arasında bir çelişki olarak anılır bu çevrelerde. Google’layın bakalım, bu konu hakkında nerede kaç tane yazı çıkmış, kaç eylem yapılmış…
Peki ya sendikalar? Onların sessizliğine ne diyeceğiz? İşçi sağlığı ve güvenliği ile ilgili konu ve gündemler işçi sınıfının uluslar arası tarihinde birçok sendikal hareketin çıkış noktası olmuş, sendikal örgütlenmede kaldıraç rolü üstlenmiştir. “İş Sağlığı ve Güvenliği Yasa Tasarısı” geçen Temmuz ayından beri gündemde, ancak bu konu hakkında, bırakın eylemi, kitlesel bir basın açıklaması yapmış bir tek sendika dahi yok. Evet, bu konu ne KESK’in ne de DİSK’in gündeminde! Elimizde sadece TTB ve TMMOB’nin basına yaptığı birer açıklama var. Bir de İstanbul İşçi Sağlığı ve Güvenliği Meclisi’nin anlamlı, ancak sınırlı çabaları!
Neden şimdi?
Sessizliğin nedenlerinden biri örtük olarak hükümetin “iyi bir şey yaptığını” düşünmek olmasın sakın?! Öyle ya, “Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Çelik, BDP İstanbul Milletvekili Sırrı Süreyya Önder’in yazılı soru önergesine verdiği yanıtta, İşçi Sağlığı ve Güvenliği (İSG) tasarısının kanunlaşmasıyla işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı gibi sayı sınırının ortadan kalkacağını ve çalışan sayısına bakmaksızın tüm çalışanların bu hizmetlerden yararlanmasının sağlanacağını bildirdi. (AA)” Yoksa bu hükümet de mi son dönemde birbiri ardına gelen işçi ölümlerinden rahatsız ve iyi bir şeyler yapmaya çalışıyor, ne dersiniz?
Doğrusu İSG tasarısı kapitalist iş cinayetlerinin, işçi ölümlerinin ve yaralanmalarının hem yükseldiği, hem de eskisine oranla daha görünür olduğu bir dönemde gündeme getirildi. Bu açıdan hükümet açısından bir “yönetişim” başarısı olduğu görülüyor. “Ölümler karşısında gözümüzü kapatmıyoruz, bir şeyler yapmak istiyoruz, bakın yeni yasa çıkartıyoruz” mesajı veriliyor.
Oysa kazın ayağı öyle değil. Küresel sermayenin bir parçası olarak Türkiye sermayesi AB ve ILO sözleşmeleri ile uyum açısından bu adımları atmak zorunda. Her gün 4-5 işçinin iş cinayetlerinde ve 2-3 kadının da namus belasına katledildiği ezici burjuva sistemimizin, ölmelerinin hesabı özellikle -tazminat davasıyla da- sorulmayacak olan kobay köylü gençlere uyguladığı kulak-yüz-kol-bacak nakil başarılarıyla düzeltemediği imajının uluslar arası camiada makyaj ihtiyacı da cabası! Kimi sermaye kesimleri arasındaki rekabette kayıtlı-kayıtsız (“biz hacı mıyız boşuna vergi veriyoruz”) ayrımı üzerinden birbirine omuz atmalar da söz konusu. Velhasıl sermayenin stratejik çıkarları açısından “işçi ölümleri” konusunun soğutulmasında fayda var.
Daha büyük resim ise daha çarpıcı bir gerçeğe işaret ediyor. Geri düzeyde bir burjuva demokrasisine geçişle birlikte Türkiye’de sınıf ilişkileri yeniden tesis ediliyor. Anayasa, İş yasası, Sendikalar yasası… her şey değişiyor, yeniden yazılıyor, İSG yasası da bu dönüşümün bir parçası.
Sürdürülebilir İş Cinayetleri ve Meslek Hastalıkları Sistemi
Türkiye’de uzun dönemde sürdürülebilir bir iş cinayetleri ve meslek hastalıkları sistemine geçiş yapılıyor. Bu alana dönük şu ana kadar kolektif kapitalist olarak devletin attığı adımlar birbirini bütünleyen adımlardır:
Önce Mayıs 2008′de işçi sağlığı ve güvenliği hizmetleri ile işyeri hekimi ve iş güvenliği uzmanı istihdamını gereksiz harcama olarak gören, bu alanda sunulacak hizmet ile birlikte verilecek eğitimleri de taşeron şirketlere bırakan, kamuoyunda “İstihdam Paketi” olarak bilinen 5763 sayılı Torba Yasa TBMM’de kabul edildi. Ardından Temmuz 2010′nda 6009 sayılı “Torba Yasa”, işçi sağlığı ve güvenliği hizmetleri ile eğitimlerin taşeron kuruluşlar tarafından yerine getirilmesini sağlarken, işyeri hekimliği ve iş güvenliği uzmanlığı eğitimlerinde meslek örgütlerini devre dışı bıraktı. Geçtiğimiz yaz “Dünya İş Sağlığı ve Güveliği Kongresi” İstanbul’da düzenlendi. Bugün bahsettiğimiz özel yasanın çıkartılması hedefleniyor. Bunu yönetmeliklerin tümünün yeni baştan yazımı izleyecek!
Bu alanda Türkiye burjuvazisi ve devletinin stratejik hedefi sürdürülebilir bir kapitalist iş cinayetleri ve hastalıkları sistemi ve üstüne üstlük bu alanı sermaye birikiminin bir kaldıracı haline getirmektir. Yeni yasanın özü, ruhu ve felsefesi budur.
Bu yasa neoliberal bir yasadır. Kapitalist iş cinayetlerinde sorumluluk patron üzerinden çevreye ve bireysel işçiye doğru yayılmakta, şirketlerin cinayetlerin karşılığı olarak ödemesi gereken bedel (işçi sınıfının onlara öyle veya böyle ödettireceği bedel haricinde), “parası neyse veririz” anlayışına uygun olarak dikkatle ceza ve ticari hukuk kapsamındaki yaptırımlardan uzak tutulmaktadır.
Yasa biçimsel kimi düzenlemeler içermektedir. Bir çoğu başka ülkelerdeki metinlerden çeviri yoluyla yazılmış maddelerdir, getirilen yeni düzenlemelerin hiçbiri özsel iyileştirme sağlamamaktadır. İşçinin sağlığı ve güvenliği değil, işin/çalıştırmanın sürdürülebilirliği önemsenmekte ve öne alınmaktadır. “İş Güvenliği” işçiye dışsal, işçiden ve çalışma koşullarından, sahadan ve yaşamdan ayrı, dışarıdan satın alınabilir bir nesne olarak kavranmaktadır. Buna uygun olarak alan Türk Ticaret Kanununa göre faaliyet gösteren şirketlere açılmakta, TTB ve TMMOB dışlanmaktadır. İşçi sağlığının korunup geliştirilebilmesi için işyeri hekimi, iş güvenliği uzmanı, işyeri hemşiresi ve işyeri sağlık ve güvenlik biriminde görevlendirilecek diğer personelin hak yetki ve sorumluluğunu belirginleştiren, özellikle patrondan bağımsızlıklarını sağlayacak; bu suretle etkin görev yapmalarının önünü açacak olan hiçbir madde tasarıda yer almamaktadır.
Devlet açısından eski yetersiz denetim sistemi dahi iyice çözündürülmekte, “bizim etkin-küçük-çevik devletimizle bu kadar iş müfettişi istihdam edecek, her işletmeye yetişecek halimiz yok ya” denilerek özel iş sağlığı ve güvenliği şirketlerinin önü açılmaktadır. Kural artık sözde devlet denetimi bile değildir, şirketin bir başka şirketten denetim hizmeti satın almasıdır. Burjuva devlet “hakem” rolü bile oynamamaktadır, düdük açık açık parayı verene satılmıştır. İşçiler nesnedir, şirketler işçi ölüm ve yaralanmaları, meslek hastalıkları üzerinde tepinmekle, bundan böyle “denetim” adı altında dosyalar dolusu kağıt işi üretmekle meşgul olacaklardır.
Türkçesi şudur: İş cinayetleri ve meslek hastalıkları üzerinden doğan sınıfsal-toplumsal tepki paraya tahvil edilmekte, İSG alanı, geçtiğimiz yıl yapılan konferansta burjuvaların “dünyada bu iş nasıl oluyormuş” diyerek salyaları aka aka öğrendikleri üzere, yeni bir sermaye birikim kanalı olarak işlevlendirilmektedir.
İşsizlik mi var, iş bulma şirketleri açalım, komisyon alıp kölece çalışmayı katmerlendirelim.
İşçi ölümleri mi var, İSG şirketleri açalım, iş cinayetleri ve meslek hastalıklarını kağıt üzerinde çözüyormuş gibi yapalım, olmadı işçinin başına geçireceği bir bareti yine o işçiye satarak sorun yokmuş gibi yapalım.
Kapitalizm iş cinayetlerine ve meslek hastalıklarına çözüm üretemez. Kapitalist devlet kapitalist çalışma tutsaklığıyla birlikte toprağa gömülmeden, işçi sınıfı arkasında birikmiş, kapitalist çalışmadan dolayı yaşamını kaybetmiş kendi içerisindeki adsız kahramanlarından oluşan ölüler yığınına hakettikleri saygıyı göstermiyor demektir.
Bizler bir işçi devrimini en başta kaybettiklerimize ve kaybedeceklerimize ve artık bundan sonra sermaye için kaybetmeyeceğimiz, özgür ve güvenli olarak kendimiz için gerçekleştireceğimiz bir hayat özlemimize borçluyuz. Sermaye terörü karşısında sağlığımız da güvenliğimiz de, örgütlülüğümüze, mücadelemize, sermaye egemenliğini yaşamımızdan kaldırma bilincimize bağlıdır. İşçi sağlığı ve güvenliği alanında kendi işçi meclislerimizi oluşturmalıyız.