Fransa’da Gençliğin İsyanı, Burjuvazinin Gün Ortasında Kabusu - Nilgün Güngör

Fransa, 17 yaşındaki Nahel’in 27 Haziran sabahı Paris’e bağlı Nanterre’de polis tarafından öldürülmesiyle başlayan protesto eylemleriyle ayakta. Banliyölerin, emekçi semtlerinin Kuzey Afrikalı ve siyah gençliği, suçluları korumaya ayarlı burjuva adaletini kabına sığmayan öfkeleriyle sarsıyor. Hele ki eylem bölgeleri yakınındaysanız, geceleri siren seslerini birbirine ekleyeceksiniz. Kentin yoksul emekçi yarısının başkaldırısı, burjuvaziye bu yazın tatlı kârlarla geçmeyeceğini ilan ediyor.

“Onun yerinde ben de olabilirdim!”
Her zamanki gibi bu olayda da büyük bir ikiyüzlülükle hem Nahel hem de onun katlini protesto için sokağa dökülen çocuklar, gençler için “Kim bunlar?” sorusu soruldu. Her olayı kendi başına ele alma çıkışsızlığındaki bu pozitivist mantığa yanıt olarak, aslında çok iyi tanıdıkları Nahel’den başlayalım:

17 yaşındaki, Cezayir kökenli, annesinin tek çocuğu Nahel babasını hiç tanımamıştı. Paket servis kuryesi olarak çalışıyor ve rugby oynuyordu. Aynı zamanda okulda yoksul ergenleri entegre etmek için yürütülen çıraklık programı kapsamında elektrikçilik öğreniyordu. Mahallesinde seviliyordu. Okul devamlılığı zayıftı. Sabıkası yoktu ama polisin aşina olduğu biriydi. Özetle söylersek, kapitalizm altında bir geleceği yoktu; çoğu zaman düzensiz çalışacak, 64 yaşında bile emekli olamayacak, kimse onları “Z kuşağı” diye uzun uzun tarif edip “kucaklamak” için sloganlar aramayacaktı! Salı sabahı iki arkadaşı ile birlikte kiralık bir Mercedes’in direksiyonundayken yapılan polis çevirmesinde yakın mesafeden yapılan atışla göğsünden vuruldu.

Nahel’in annesi oğlunun ölümü üzerine Nanterre vilayet binası önünde toplanma ve sessiz yürüyüş çağrısı yaptı. Yürüyüşe 20.000’den fazla kişi katıldı -polis ise bu sayıyı her zamanki gibi üçe dörde bölüp açıkladı. Eylem çağrısını paylaşanlardan biri “Polis şiddeti her günlük olay, özellikle de Arap veya siyah iseniz,” yazıyordu. Clichy semtinden gelen bir genç de, “Onun yerinde ben de olabilirdim, küçük kardeşim de olabilirdi,” diyor. Nahel, daha önce de beş kez polis çevirmesinden kaçmış, dur ihtarına uymamıştı. Geçen hafta da bu sebeple gözaltına alındığı ve Eylül ayında çocuk mahkemesine çıkacağı öğrenildi. Polisin şiddetini tanıyan birinin neden kaçtığını anlamak için daha fazlası gerekir mi! Nahel, ortada suç yokken bile polis tarafından olağan şüpheli sayılanlara uyguladığı “Neden kaçtın lan…” terörüne uğrayacaktı.

435.1 madde: Öldürme serbestisi
Şans eseri alınabilmiş görüntülerde Nahel’i vuran polis “Senin kafana sıkarım” derken diğer polis ise “Vur şunu” diyor -buna karşın olayı soruşturan cumhuriyet savcılığı ikinci polisi olaya dahil etmiyor! Tutuklanan katil polis ve avukatı da olayı “meşru müdafaa” ve “kendisini tehlike altında hissetme” kapsamına sokarak alınacak cezayı hafifletmeye çalışıyorlar. Çünkü silah kullanma eşiğini aşağı çekip yetkisini genişleten 435.1 maddede yapılan 2017 tarihli değişiklik polisin elini rahatlattı. O zamandan bu yana dur ihtarına uymadı gerekçesiyle katledilenlerin sayısı daha da arttı. Örneğin 2010-2016 yılları arasında jandarma ve polis kurşunuyla 55 kişi öldürülmüşken 2017-2022 yılları arasında ise öldürülenlerin sayısı 86’ya çıktı. Daha Nahel’in ölümünden 10 gün önce haberlerde yine dur ihtarına uymadığı için Angouleme’de öldürülen 19 yaşındaki Abdulhuseyin Camara için sessiz yürüyüş vardı. O da sabah 4’te işbaşı yapacağı süpermarkete gitmek için scooter kullanırken göğsünden vurulmuştu. Söylemeye bile gerek yok ki, bu olayların hemen hiçbirinde doğru dürüst soruşturma yürütülmedi.

Zaten bu defa da hükümet, burjuva partiler ve medya açılışı timsah gözyaşlarıyla yaptı. Marsilya gezisindeki Macron en başta çocuk yaştaki Nahel’in ölümünü kabul edilemez ve affedilmez bulduğunu açıkladı -faşist Marine le Pen polisi itibarsızlaştırıp elini soğutur diye bu açıklamayı “sorumsuzluk” olarak niteledi. Öğleden sonra ise hepsinin esas meramı ortaya döküldü çünkü beklendiği gibi sessiz yürüyüşün hemen bitiminde ilk protesto ve çatışmalar başlamıştı. Emekçi semtlerinde, pek çok kentte çatışmalar yayıldı. O zamandan beri devlet dilini dinliyoruz: Hiçbir şey devlet kurumlarının tahrip edilmesinin gerekçesi olamaz, vb vb.

Gece kabusları oldu
Aslında eylemlerin tek bir saati yok fakat asıl akşamüstü başlayıp gece 3’e dek sürüyor. Siren sesleri, havai fişek ve patlama görüntülerine, haber ve tartışma programlarını kaplayan ve sosyolojinin kurucularını mezarında döndüren zavallı “analizler” eşlik ediyor. Eylemlerde merkezi ve yerel otoriteyi temsil eden kurumların hepsi hedef: Karakollar, belediye binaları, vergi daireleri, kütüphaneler, okullar, otobüs garajları, tramvaylar… Paris’te Aubervilliers otobüs garajında yakılan 12 otobüs eylemin simgelerinden biri haline geldi. ATM’ler tahrip edildi. Burjuvazinin bizden apayrı yaşam tarzını, metaların erişilmezliğini temsil eden her şey hedef: Havalı lokantalar, dev alışveriş merkezleri, ışıltılı vitrinler, marka vitrinler, Nike, Apple, blucin, mücevher mağazaları… Normal zamanda sıkça girilip çıkılan yerler: Gençlerin hem takıldığı hem iş bulup çalıştığı Mcdonalds’lar, evine on ekmek almak zorunda olan ailelerin uğrak yeri ucuz hipermarketler, tekel bayileri, kuaförler, eczaneler… Kent merkezlerindeki ışıltılı vitrinler kırıldı ve spor ayakkabılar, pahalı kıyafetler yağmalandı. Bir silah dükkanından av silahları alındı. Siren sesleri yankılandı gece boyunca. Pencereden bakıp havai fişeklerin yönünden olay yerini seçmek mümkün. Hatta eylemlerin yoğunluk derecesini bir önceki geceyle karşılaştırabilirsiniz. Gece boyu koşup gündüz saatlerinde delirmiş gibi dolanan polis araçlarında bitkin polisler güç yetirememekten yakınıyor, askeri devreye sokmaktan bahsediliyor. Siyasal literatürde “aşırı sağ” diye sabunlanan faşist parti güçlerinin “Polise yardımcı olalım” atakları hazırlanıyor. Faşist partiler olağanüstü hal ilan edilsin çağrıları yapıyor.

İçişleri Bakanlığı rakamlarına göre ülke çapında toplam 2200’ü aşkın gözaltı var. Yakalananlar ise 14-18 yaşları arasında, ortalama yaş 17. Şimdilik, değişecek rakamlara göre, 492 bina hasar gördü, 2000 araba yakıldı. 3.880 yangın çıktı. Nahel’in banliyösü Nanterre’de, Seine-Saint-Denis banliyösünde ama aynı zamanda Paris’in merkezinde, Toulouse’da, Strasbourg’da, Marsilya’da, Lyon’da, St. Etien'de, Nice’de, Cannes’da… Demografisinde Kuzey Afrikalı Arap nüfusun ve siyahların yer aldığı ve çoğu da kapitalist çalışma hiyerarşisinin en altında bulundukları yerleşim merkezlerinde, bir diğer ifadeyle her yerde… Öyle ki Sarı Yelekliler ya da emeklilik eylemlerinde bile adı duyulmayan küçük kasabalar bile bu olaylarda haberlerin konusu oldu.

“Göçmen” değil yerleşik, ama hep ezilen...
Türkiye’de göçmen konularının yaşanan sorunlardan da beslenerek ırkçı bir mentalite ile istismar edilmesi, işçi sınıfını zehirleyecek kadar yaygın bir durum. Burada ise başkaldırıyı sebeplerinden değil sonuçlarından ele almak, sadece kırılan camları, yağmalanan, yakılan yerleri konuşmak ve ilk refleks olarak bastırmaya girişilmesini istemek, burjuvazinin her katmanını kesen, ama işçilere de sirayet edebilen bir düşünme biçimi. İşçi sınıfı ideolojisi ve partileri mücadeleye önderlik etmedikçe bunun hazır bir istisnası da olmayacak. Keza Nahel’lerin (ve başkaldıran gençlerin) Kuzey Afrikalı, Arap, siyah (ve Müslüman) olması, konunun Türkiye’nin politik ikliminde ihtiyaç duyulan dar kimlikçi, şoven paranteze sıkıştırılma riski taşıyor.

Bir farkla: Nahel gibi gençler 60 yıl önce Fransa’ya gelmiş Cezayirlilerin beşinci kuşak devamı. Fransa’nın ikinci büyük kenti olan, kendinizi hiç yabancı hissetmeyeceğiniz Marsilya, örneğin en büyük Mağribi (Kuzey Afrikalı Arap) nüfusun bulunduğu kent sayılıyor -dört kişiden biri Cezayir kökenli. Onlar, kriz koşullarında daha da göze batan sınıfsal sosyal hak ve kazanımları, “Fransızlar” adına gerçekte ise tekelci burjuvazi lehine kısıtlamak isteyen ırkçı faşist partiler ve onların devlet içerisindeki artan etkin gücü polisin günlük hayattaki hedefleri içerisindeler elbette.

Polis içinde etkinliği artan ve gerek işçi eylemlerinde gerekse de günlük asayiş kontrollerinde gitgide belirgin hale gelen ırkçı faşistler hem yasaları hem de kendilerine daha sık başvurulmasıyla birlikte genişleyen alanlarını şiddeti koyulaştırmak için kullanıyorlar. Bu belirgin gerçeğe, poliste ırkçılığın olmadığı, salt Fransızlardan oluşmadığı argümanı ile karşılık veriliyor. Gerçekten de geniş erimde bakıldığında 10-15 yıl öncesine göre toplumsal olaylara müdahale eden CRS (çevik kuvvet), BRAV (yunuslar), araştırma ve müdahale birliği (BRI), RAID (organize suç ve terörizme karşı operasyon timi), GIGN (jandarma müdahale)… de dahil polis ve asker içerisinde Kuzey Afrikalı Araplar ve siyahlar daha fazla yer alıyor. Onlar üzerinden Kuzey Afrikalı burjuvalar, esnaflar, camiler ve cemaatlerle bağlar daha iyi kurulabiliyor çünkü. Son isyanda da jandarma ve polis sözcüsü olarak Kuzey Afrikalı ve siyah isimler konuştu (jandarma adına kadın bir sözcü). * Yanı sıra PSG ve milli takımın banliyölerden yetişmiş, Mbappe gibi “rol modeli” futbolcuları, milli takım, Omar Sy gibi siyah oyuncular Nahel’in polis şiddetiyle öldürülmesini kınayıp acıyı paylaştıktan sonra sükunet çağrısı yaptılar. Devlet, İslam ve cami derneklerini/cemaatlerini daha yakın markaja alıyor ve Kuzey Afrikalı esnaf ve dükkan sahiplerinin de gençlerden şikayet etmesine oynuyor. Keza ailelere çocuklarını eve döndürmeleri isteniyor.

İlk devre…
Bu başkaldırı, bir gencin pervasızca katline karşı sokağın dolaysız, kuralsız ve sert dili ile verilen yanıt, hiç şüphe yok ki günlük hayatın içine yerleştirilmiş şiddete daha fazla dayanmaya başlayan tekelci burjuvazi ve onun zor aygıtını “pişman etti”. Ezilenler olarak en temel hakkımızı, yaşama hakkını ancak bu yolla savunabileceğimizi gösterdi. 45 bin polis ve jandarma, kitle eylemlerinde görüntü alması kısa süre önce yasallaşan dronelar, helikopter ve gözetleme uçakları, “CRS 8” ekibinin** Lyon’a gönderilmesi, mahallelere giden otobüs ve tramvayların saat 21’den sonra çalışmaması (pratikte ise 19’dan itibaren), gece sokağa çıkma yasakları, 3000’e yakın gözaltı, göstericilerin öfke ve direngenliği karşısında işe yaramadı. Eylemlerin yaygınlık ve şiddeti önünde polis etkisiz kalınca olağanüstü hal ilanı ve askeri sokaklara sürme konuşulur oldu.

Sokak başlarında, garlarda siyah, Kuzey Afrikalı ve Fransızlara benzemeyen gençleri çeviren, gece el ayak çekildikten sonra iyice pervasızlaşan, kitle eylemlerinde sürekli yeni araçlar ve yöntemler deneyerek şiddet dozunu artıran, elini tetiğe rahatça götüren, nefessiz bırakarak öldürmekten zevk alan... polise anladığı cevap verildi. Ezilenlerin başının belası ölüm, aşağılanma ve korkutma amaçlı 435.1 sayılı polis öldürme yetkisinin kaldırılması bu eylemlerin en başta gelen hedeflerinden biri oldu. Kuşkusuz bu hedef devam ettirilmek, en geniş ölçekte verilecek mücadelenin odağına da koyulmak zorunda.

Fakat dünyanın diğer yerlerinde olduğu gibi Fransa’da da bugünlerin bize öğrettiği bir şey varsa o da her bir tarihsel kazanımın elde tutulması için mücadele eşiğinin ne kadar yükseldiği, yeni kazanımların ise salt öncekiler korunarak elde edilemeyeceğidir. Onlarca kalkışmayı, başkaldırıyı, devrimleri karşısında bulmuş, Paris Komünü’nün korkusunu yaşamış, Halk Cephesi ve sosyalizm tehlikesine Nazilerle işbirliği yapmayı tercih etmiş, savaştan sonra Cezayir başta olmak üzere sömürgelerini ulusal kurtuluş savaşlarıyla ardı adına kaybetmiş, sınıf mücadelesinde karşısına en gelişkin toplumsal/sınıfsal/bireysel taleplerin taşındığına tanık olmuş Fransız tekelci burjuvazisinden bahsediyoruz!

Tekelci burjuvazi ve onun zor aygıtı, vurucu gücü, polisi, kriz koşullarında kitleleri edilgen tutmaya dönük baskıyı daha da artırma güdüsünden vazgeçemezler, geçemeyecekler. Bu yüzden de Adalet Bakanlığı, “suçluları en hızlı, sert ve etkin biçimde koğuşturup cezalandıracak şekilde organize olma” genelgesi cıkarıp mahkemelere gönderdi. Hatta güneydeki Aix-en-Provence’da bir kişiye altı ayı kapalı cezaevinde geçirilmek üzere dokuz ay ceza verildi.***

Yani çoğu çocuk yaştaki sanıklara isyana kalkışma, cürüm işleme amaçlı teşekküle katılmak ve silahlı gösteri yapmak gibi suçlamalar yöneltilecek. Amaç yaşı küçük olanlar dahil mümkün olduğu kadar fazla kişiyi hızlı bir biçimde mahkemeye çıkarmak ve yargılama sürecini başlatmak; pek çoğunu duruşmalar başlayana dek tutuklu bulundurmak ve küçük yaştakiler için ise gece sokağa çıkma yasağı vb koymak. Genelgede bununla da yetinilmeksizin öldürücü bir darbe de ebeveynlere indirilmek isteniyor. Macron’un günlük dilde “Çocuklarınızı eve sokun” dediği yerde burjuva yargı sistemi “çocuğuna karşı yükümlülüklerini yerine getirmeyerek onun sağlığını, ahlakını, eğitimini riske atan” ebeveynleri iki yıl hapis ve 30.000 euro hapis cezası ile tehdit ediyor.

Belli ki Nahel’in canını alan polise karşı bu kitlesel başkaldırı tekelci burjuvaziyi tam da eve misafir çağırmaya, olimpiyatlara hazırlandığı, işçi sınıfının eylemlerinden zaten bezdiği bir kesitte çok korkuttu. 2005 banliyö isyanlarını yeniden yaşıyorlar.****

Derin öfkeyi açığa çıkaran ve hızla büyüyüp yayılan hareketin nasıl bir seyir izleyeceğine ilişkin net bir öngörüde bulunmak olanaklı değil. Kuzey Afrikalıların ve siyahların mahallelerdeki dernek ve kolektifleri polis şiddetine karşı tavır alıp hak savunusu yaparken, genel olarak ise sistemle bütünleşikler. Birçoğunun kuruluş amacı ve varoluş nedeni entegrasyon. Bunların tepkileri yeterli görme ve pasif bir hatta çekmeye çalışacaklarını söylemek mümkün. Solun genel tavrı ise destekleme düzeyinde kent merkezlerinde ve kendilerinin de biraz daha etkin oldukları banliyölerde sokağa çıkmak oldu. Kuzey Afrikalıların sol partiler içinde, mahallelerde, belediyelerde, il genel meclisinde ve milletvekili düzeyinde temsilcileri var.*****

İsyanı besleyip büyüten temel bir etmen hayat pahalılığı, temel ihtiyaçların karşılanamaması ve artan işsizlik. Özellikle de genç işsizliği. Işıltılı vitrinler gibi süpermarketlere saldırı ve yağma da bunun yansıması. Öne çıkan ezilen siyah ve Kuzey Afrikalılara yönelik baskı, terör ve aşağılama olsa da, toplumun kutupları, sınıf sorunları bunlarla iç içe. Dolayısıyla talepleri bu yönde ilerletmek, isyana doğru politik hedefler kazandırmak, süreci genel grev ve direnişler yoluyla burjuvazi için en tehdit edici hale getirmek, gözaltına alınanların ve tutuklananların mahkemelerini mücadele alanına çevirmek, işçi sınıfının öncü kesimlerine, ileri parti ve güçlerine düşüyor.

DİPNOTLAR:

* Victor Hugo’nun “Sefiller” romanını yazdığı, bugünün Paris banliyösü Montfermeil’de çekilen “Le Miserables” filmi (2109, yönetmen Ladj Ly) tam da bu ilişkileri anlatır. Film iki polisin yakılmasıyla biter.

** Sarı Yelekliler ve işçi eylemlerinin ardından kentlerde asayişi sağlamak gerekçesiyle 2021’de 200 çevik kuvvet polisinden oluşturulan hızlı ve hibrid bir ekip. 15 dakika içinde 300 kilometre çapındaki olaylara müdahale edecek şekilde yapılandı. CRS 8’in adı son isyandan önce Marsilya’daki uyuşturucu hesaplaşmalarına müdahalede ve Mayotte sömürgesinde göçmenlere karşı duyuldu. İçişleri bakanı Dermanin 1 Temmuz’da Lyon’a CRS 8 gönderileceğini açıkladı.

*** Paris’te Cumartesi günü çıkarıldığı mahkemede genç bir kadın yağma suçundan bir yıl içinde 105 saat toplum yararına çalışma ve iki ay Paris’e gitmeme cezasına çarptırıldı -buna Nike mağazasının ayrıca dava açması da eklenecek. Yine yağma suçuna karışmaktan dört çocuk ve bir mağaza çalışanı altı ay hapis cezası alıp aldılar ve tutuklandılar.

**** 2005 korkusu! 27 Ekim 2005’te 8-10 genç, evlerinin bulunduğu Paris’in Clichy-sous-Bois banliyösünde polise ihbar edildiler. Gençlerden Zyed Benna, Bouna Traoré ve Muhittin Altun polisten kaçarken sığındıkları 3 metre yüksekliğindeki bir elektrik trafosunda 17 yaşındaki Zyed ve 15 yaşındaki Bouna’yı elektrik çarptı. Hemen öldüler. 17’sindeki Muhittin ise ağır biçimde yandı ama yardım çağırabildi. Aynı akşam Clichy-sous-Bois’da ilk isyan çıktı.

Ertesi gün Başbakan Villepin ile İçişleri Bakanı Nicolas Sarkozy gençlerin hırsız olduğunu söylediler. Polis memurları ilk ifadelerinde herhangi bir hırsızlık ya da hasara tanık olmadıklarını söylemelerine rağmen Başbakanla İçişleri Bakanının bu sözleri ortama benzin döktü. Çevik kuvvet ve jandarma mahallede taş ve molotoflarla karşılandı. Olaylar günlerce sürdü. 7 Kasım gecesi 1.400’den fazla araba yakıldı. Fransa’nın dört bir yanında Nantes, Brest, Strasbourg, Saint-Etienne ve Toulouse’da, okullar, liseler ve dükkanlar ateşe verildi. Sarkozy olayların “kendiliğinden” değil “tamamen organize” olduğunu söyledi (istihbarat raporları üç hafta sonra tam aksini yazacaktı).

Başbakan bunun üzerine olağanüstü hal ilan etti. 9 Kasım’da valilerin gerek gördüğa yerde sokağa çıkma yasağı ilan edilebileceği açıklandı. Normale dönülene dek geçen sürede 300 farklı yerde 10.000 araç yakıldı, 233 kamu binası ve 74 özel işyeri hasar gördü. 4000’den fazla kişi yakalandı. İki polis memurunun ölüm tehlikesi altındaki Zyed ve Bouna’ya yardım etmemekten yargılandığı dava yıllar sürdü. Tam bir yılan hikayesine dönen davada Mart 2015’te karar çıktı. Polisler beraat ettiler.

***** Çatı partisi NUPES lideri Melenchon Nahel’in katlini kınadı ve gençlere “okullara, kütüphaneler ve liselere dokunmama” çağrısı yaptı -ve bu nedenle “isyancılarla arasına mesafe koymamakla” suçlandı. Söylemlerin tanıdıklığı dikkat çekici değil mi!