İstenmeyen ama beklenen oldu: Fransa’da salgının etkileri hızla ağırlaşıyor. Son 24 saat içerisinde virüs tespit edilen kişi sayısı 4.861 artarak 56.989’a çıktı. Yine son 24 saatteki 509 ölümle yaşamını yitirenlerin sayısı 4.000’i aştı. Hastalananların yarısı evlerinde semptomların ilerlemesini bekliyor, hastaneye yatırılan 24.369 hastadan 6.017’si ise reanimasyon servisinde. 10.935 kişi iyileşmiş.
Ölenlerin hangi bölgede, hangi ilde bulundukları genel bir bilgi olarak veriliyor. Vakaların en büyük bölümü 9.609 ile yaşamın her yönden çok yüklü olduğu Paris ve banliyölerinde; 4.470 kişi ile de Fransa’nın kuzeydoğu bölgesinde; keza İtalya sınırına yakın bölgelerde de 4.000 civarında vaka var. Ölenler eğer çocuk ya da çok gençse veya tanınmış bir isim söz konusu ise kim oldukları medyaya yansıyor. En son Carrefour’da çalışan CGT temsilcisi kadın kasiyerin ölümünde olduğu gibi sendikalar kendi üyeleri ile ilgili duyuru yapıyorlar. Türkiyelilerin ölümlerine ilişkin bilgiler Türk, Kürt, Alevi, Keldani... topluluklarından veya hemşehri gruplarından geliyor. Ya da örneğin Fransa’nın kuzeydoğu bölgesinde 570 yaşlı insanın huzurevlerinde can verdiğini sabah uyandığımızda spotlar şeklinde duyabiliyoruz. En ağır risk grubundaki yaşlılar da içinde olmak üzere gerçek vaka ve ölüm sayılarının verilmediğine ilişkin güvensizlik devam ediyor. Birer sayıdan ibaret olmayan insanların korunması için etkili ve bütünsel önlemlerin hala alınmadığı kanısı çok yaygın.
Fransa, 900.000 kişinin enfekte olduğu, 40.000’den fazlasının yaşamını yitirdiği dünyanın yeni haritasında yerini böyle alıyor. 17 Mart’tan bu yana işe gitme, alışveriş, sağlık, spor ve köpek gezdirme istisnaları ile başlayan eve kapanma hali, 23 Mart’ta bunlara ek olarak sporun evin 1 kilometre civarı ve 1 saatle sınırlandırılması, kamu yararına çalışmaya çağrılma ve idari-hukuki işler gibi istisnaların eklenmesi ile devam ediyor. Polis ve jandarma kontrollerinde gösterilmek üzere bireyler yanlarında evden çıkış tarih ve saatinin belirtildiği, her gün için ayrı ayrı düzenlemiş bir form bulundurmak zorunda. İşe giden işçiler ayrıca patronlarının imzasını taşıyan bir form bulunduruyorlar. Uzaktan çalışma, evden eğitimde, aile hekimi randevularında vb. uygulanmaya başladı. Fırın, eczane ve marketlere dışarıda kuyruk halinde en fazla 3 kişi giriliyor, içerde 1-2 metre mesafe ile duruluyor.
Türkiye dahil, ülkeler arasında kurulan canlı bağlantılarda gündeme ilk olarak vaka ve ölüm sayıları, uygulanan sosyal izolasyon tedbirlerinin etkililik derecesi (bunları ihlal eden birey ve toplulukların olup olmadığı), maske miktarı ve maskelerin kimler tarafından ve nasıl kullanılacağı, virüse karşı etkili bir ilaç üretilip üretilmediği geliyor. Farklı ülkelerde yaşayıp evden çalışan akademisyenlerden bilgi ve yorumlar alınıyor. Fakat Türkiye’de olduğu gibi Fransa’da da uzaktan çalışılamayacak işlerde çalışan, her gün fabrika ve işyerlerine giden işçilerin koşulları daha geriden dillendiriliyor. Toplumun en temel ihtiyaçları için gerekli olmayan işlerde çalışan yüzbinlerce işçi işe gider ve yakın mesafede yetersiz önlemlerle çalışırken ne onların yaşamı ne de bunun virüse karşı bütünsel mücadele ile taban tabana zıt olduğu daha az söz ediliyor.
Sıhhi olağanüstü hal, savaş kapitalizmi
Eve kapanma, 17 gününü doldurdu. Sokaklar boşaldı, “sosyal mesafe” kavramı öğrenildi; çocuklar evlere hapsedildi, yaşlılar kısa alışveriş turlarından, en son da caddeye nazır pencerelerinden çekildi. Bu sürenin başlangıcı herkes için bir adaptasyon süreci oldu -sağlık-hijyen açısından “yap-yapma”ların öğrenilmesinden erzak oluşturmaya ve sosyal bağlara dek. En önemlisi ise birey/sınıf/toplum olarak neyle karşılaştığımıza dair düşünsel-ruhsal hazırlık ve bu kaotik sürece uygun tutumu alabilmek.
Tekelci kapitalistlerin salgına ilişkin verilere 3 aydan fazladır sahip olduğunu düşünmek, ne denli nesneleştirildiğimizi, yaşamlarımızın ne denli ucuz görüldüğünü anlamamıza yetiyor. Ocak ayında Çin’den binlerce turistin Milano’daki moda fuarına, Paris’in ışıltılı alışveriş merkezi Lafayette’e ve daha nice yere gelmesine de, virüsün bulabildiği her yere bulaşmasına bu yüzden göz yumuldu. Dünyayı gezmeye koyulan Çin büyük ve orta burjuvaları 2008’de 36,2 milyar dolar harcarken bu miktar 2018’de 277 milyar dolara çıkmıştı -geçen yıl Çin’den Nice’e yapılan ilk direkt uçak seferi neredeyse bando takımı ile karşılanmıştı. Bu fırsat kaçırılamazdı! 20 Ocak’ta Sağlık Bakanı “Wuhan’dan virüsün taşınma ihtimali neredeyse sıfır. Korona virüsün toplum içinde yayılma riski çok zayıf,” demişti -“Bize bir şey olmaz”ın fransızcasıydı bu! Yalan söylediklerini 15 Mart’tan sonra açıklayan Sağlık Bakanı ve Başbakan aleyhine 350.000 imzalı bir dilekçe ile Danıştay’da dava açıldı. Bu ağır sorumluluğun hesabını vermeleri isteniyor.
5 Aralık’tan bu yana emeklilik yaşının 65’e yükseltilmesine karşı genel grev ve gösterilerin yapıldığı Fransa’da işçilerin gündeminde bu saldırıyı geri püskürtmek vardı. Hükümet mezarda emekliliği geçirmek için 29 Şubat’ta anayasanın parlamento oylamasına gidilmeden yasanın çıkmasını sağlayan 49.3 maddesini kullandı. Toplum daha korona virüsüne karşı gereken bilgi ve konumlanmaya geçmeden, sözde tedbir adı altında laf çevrilirken bir hükümet darbesi! Buna karşın durum belirgin biçimde ağırlaştı ve emeklilik yasası gibi ateşten bir topu taşıma sorumluluğunu daha çok hükümete bırakan Macron, üç kez “ulusa sesleniş” konuşması yaptı. Yaşanacakların vehametini öngörerek “saraya kapanmak” yerine “sahaya indi”; yaşlı bakımevlerini, maske üretilen bir fabrikayı, salgının Fransa’ya yayılmasında (burada düzenlenen bir evanjelist ayini sebebiyle) etkisi olan Mulhouse kentini ve ordu tarafından kurulan sahra hastanelerini, ilaç ve aşı çalışmalarının yürütüldüğü Pastör Enstitüsünü ziyaret etti. İçe kapanma söylemine başvurmayıp AB, dünya ve insani değerlerden dem vurdu. Sanki aylardır acil servislerde grevler sürmüyormuş, sosyal yıkım gündemin baş köşesine işçi-emekçi eylemleri ile oturtulmamış gibi, Fransa’nın “marka değeri” olan sosyal güvenlik ve sağlık sisteminden söz etmeyi de ihmal etmedi... İsim vermeksizin ABD gibi ülkeleri de eleştirdi fakat olguların korona virüsten önce gösterdiği gibi Fransa’nın sosyal “markası” artık pula dönmüş durumda. Uzaktan “kötünün iyisi” izlenimi verebilir fakat yapılan her şey emekçi sınıfın hafızasında en temel yaşama hakkına uzanmış kirli bir el olarak duruyor.
Macron 12 Mart’ta yaptığı konuşmada 15 Mart yerel seçimlerinin yapılacağını açıkladı. (Buna karşılık ikinci tur olan 22 Mart seçimleri ertelendi. 15 Mart’ta % 38 gibi uzun yıllardır en düşük katılım oranıyla yapılan seçimlerin salgının yayılmasında etkisi tartışılmaz.) Kreş, okul ve üniversitelerin 16 Mart’tan itibaren kapatılması, sağlık sisteminde seferberlik, işçilerin kısmi işsizlik ödeneğinin devlet tarafından ödenmesi ve işletme vergilerinin ertelenmesi gibi kararları duyurdu.
16 Mart’taki ikinci konuşmasında ise “Savaştayız” dedi. Bu “savaş”ta alınacak tedbirler olarak eve kapanmanın sıkılaştırılması, şehir içi ve şehirler arası yolculukların kısıtlanması, uzaktan çalışma, yerel seçimlerin 2. turunun ertelendiği, mezarda emeklilik dahil reformların askıya alındığı, sağlık çalışanlarına maske temini, ordunun hastaların nakledilmesinde değerlendirileceği, burjuvazi için 300 milyarlık bir kesenin açılacağı, şirketlerin elektrik, su ve gaz fatura ödemelerinin erteleneceği açıklandı -büyük patronların örgütü MEDEF kararları hemen olumladı. Tekelci burjuvazi gibi orta burjuvazi içerisinde kollanan sektörler arasında Türkiyeli göçmen işçilerin taşeron olarak çalıştığı inşaat sektörü de var.
28 Mart günü sıhhi sebeple acil durum ilan edildi. Bunun özü, devlet İş Yasasını esneterek şirketlerin krizi aşmasına yardım edecek. İki aylığına tam işsizlik ödeneği ödenmesine devlet 8,5 milyar euro bütçe ayırıyor. 25 Mart’tan bu yana 425.000 kişi işsizlik sigortası talebinde bulundu. Bu en fazla konaklama, yeme-içme, ticaret, oto tamiri ve inşaat sektörleri için geçerli. Ücretli iznin 6 gününe el koyulması ve kısa süreli çalıştırma da artık mümkün. Telekomünikasyon, enerji, ulaşım ve tarım-gıda endüstrilerinde günlük azami çalışma süresinin 10 saatten 12’ye, haftalık azami çalışma süresinin 48’den 60’a çıkarılabilmesinin de önü açıldı. Gece çalışmasının 12 saate çıkarılması, Pazar çalışmasının artırılması da kolaylaştırıldı. İşçinin günlük minimum dinlenme süresi 11 saatten 9 saate indirildi. Bu önlemlerin uygulama limiti 31 Aralık 2020 -tabii şimdilik.
Halen 415.000 işletmede çalışan 4 milyon işçi kısa çalışma ödeneği alıyor. Yarı işsizlik ödeneği talebinde bulunanların % 42’si (özel sektördeki işçilerin % 34’ünü temsil eden) 20’den az kişinin çalıştığı işyerlerinden. 250’den fazla işçinin çalıştığı işyerlerinden başvuranların oranı ise % 13 (bu işletmeler özel sektörün % 20’sini temsil ediyor). Hükümetin açıkladığı paketten işçiler için çıka çıka yoksulluk yardımı ve engelli yardımını hak ediş süresinin Eylül’e kadar uzatılması, turizm, yeme-içme ve etkinlik sektörlerinde güvencesiz çalışanların işsizlik sigortasına hak kazanmasını tehdit eden yeni neoliberal düzenlemenin 1 Eylül’e ertelenmesi, işletmelerin sağlık krizi döneminde işçilere 30 Haziran’a kadar 1.000 euro vergiden muaf prim ödemesinde bulunması çıktı. Bütün bunların, İspanya gibi üretimin durdurulması kararı alan geçici ve zorunlu istisnalar haricinde tek anlamı var: İşçilerin çalışmaya devam etmesi; işçi sağlığı-iş güvenliğinde ifadesini bulan toplum sağlığının tekelci burjuvazinin bugünkü ve yarınkı azami karları için ayaklar altında çiğnenmesi. İşçiler bu azami karlar için işe değil ölüme gidiyorlar.
Neoliberalizmin hiç maskesi kalmadı
Eve kapanma halinin sonuçları ulaşım istatistiklerinde görüldü. Paris’te normalde her gün 5 milyon yolcu taşıyan metro ve banliyö trenlerini artık 500 bin kişinin kullandığı açıklandı. Öğrenci ve öğretmenler evden çıkmadığına, beyaz yakalıların bir kısmı uzaktan çalıştığına, kimse hastane randevusuna gitmediğine, lokanta, giyim vb birçok işyeri kapandığına göre bu sayının hemen tamamının başka sektörlerde zorunlu olarak işine giden işçiler olduğunu düşünebiliriz -otobüsler de keza aralıklı olarak çalışmaya devam ediyor. İşçilerin bir kısmı da scooter, bisiklet, otomobil gibi kendi aracını kullanarak işe gidiyor. Tekelci kapitalizm onların hayatını anlamlı hiçbir önlem almayarak feda etmeye hazır!
Burjuvalar için demokrasi, işçiler için diktatörlük olan burjuva demokrasisi, uyguladığı sağlık politikasının sonuçları ile inandırıcılığını büyük oranda yitirmiş ve karşısındaki herkesi katılaştırmış durumda. Nasıl olmasın? Sağlık çalışanları için maske yok! Kamu ihtiyacı gereği işe gitmek zorunda olanlar için bile yeterince maske yok! Gözümüzün önünden hiçbir yeterliliği olmayan sayılar geçip duruyor. Sağlık Bakamı, inanılır gibi değil ama “Elinizdeki maskeleri getirin” çağrısı bile yaptı. Hastalık toplum içine bu denli yayılmış olmasına rağmen yeterince test de yapılamıyor. Çünkü eldeki test sayısı yetersiz! Başbakan parlamentoda milletvekillerinin sorularına yanıt verirken halen günde 5.000’i aşkın test yaptıklarını ve 20.000 test sayısına ulaşmayı hedeflediklerini açıkladı. Bu sayı virüs atağını karşılamaya açık ki yetmiyor...
Yoğun bakımda yeterli yatak yok! Neden? Çünkü toplum sağlığından yapılan bitmek bilmez “tasarruf” son 15 yılda 69.000 hastane yatağının iptaline yol açmış. Her bölgede birkaç yüz yatak iptal edilmiş. Bazı hastaneler kapatılmış. Fransa nüfusu içinde +60 yaş grubunun oranı % 26. Kapitalizm yaşam uzadıkça her 4 bireyinden birinin diğer yaş gruplarına göre daha fazla bakıma ihtiyaç duyacağını unutmuş! Şimdi bunlar söz konusu değilmiş gibi bu insan kıyımının sebebini gelen virüs dalgasının büyüklüğüne, böylesinin önceden görülmediğine bağlamamızı istiyorlar! 2009’lardan beri haberdar olup simülasyonları yapılan virüs vakalarının altedilemezliğine kim inanabilir!
Bugün sağlık çalışanları ölümle burun buruna en ağır yüklerden birini omuzlayan, kendileri de dünyanın her yerinde kayıplar veren emek kahramanları. Onlar zaten uzun zamandır ağır bir iş yükü altındalardı. İşte bu yüzden eylemlerde çarpıcı sloganları ile herkesi -kendilerinin de bu kadarını öngöremeyeceği krizler için- uyarıyorlardı. İşlerin iyi gitmediğini herkesin bildiği acil servislerde bu yüzden uyarı grevleri vardı. Aşırı çalışmayı, şiddeti yaşıyorlardı. İşçi sınıfının onlarca yıllık mücadeleleri ile kazandığı emeğin ve toplum sağlığının korunması tedbirlerinin aşındırıldığını haykırıyorlardı.
Devlet, korona virüs bulaşan hastalara devlet evinde kalmasını, 15 gün beklemesini, hastaneye ancak nefesi daralmaya başlarsa kabul edilebileceğini söylüyor. Yanındaki kişinin, çalışıyorsa iş arkadaşlarının taraması, haberdar olduğumuz birçok örnekte yapılmıyor. Bunun devamını hayal etmek hiç zor değil, sorumlusu da sağlık çalışanları değil. Hastanelerde “triyaj” uygulamasından söz ediliyor ki, bunun anlamı “hastaların, yaralanma tip ve ciddiyetine, yaşama ihtimallerine ve çok sayıdaki hastaya en fazla yararı dokunacak tıbbi tedaviyi sağlamak amacıyla tedavi ve tahliye için verilen önceliğe göre acil gruplandırılması”. Yani sağlık çalışanları her gün, her gece yığın halinde gelen hastalar arasında “Sophie’nin seçimi”ni yapmak zorunda kalacaklar. Günde 500, giderek daha fazla insan kaybediliyor. Hiçbir savaşta bir günde bu kadar insan ölmüyor. Biz bir değil iki virüsle karşı karşıyayız!
Yaşamak ve yaşatmak için çalışmaktan kaçınma hakkı
Belki baştan söylemek gerekirdi ki, bu yazının konusu dar anlamıyla işçi sağlığı ve iş güvenliği değil; ondan çok daha fazlası, işçi sınıfının yaşama hakkı ile iç içe geçmiş olarak toplumun yaşama hakkı. Hayat bizlere bunun bugün işçi sınıfının çalışmaktan kaçınma hakkından geçtiğini gösteriyor. Salgının hiç de ayrımsız olmayan yok ediciliği karşısında bizi yalnızca bu hakkın aşağıdan kullanımı koruyacak, hem de somut bir enternasyonal birlik ve dayanışma zemini oluşturacaktır.
Birçok ülkede işçiler çalışmaktan kaçınma hakkını kullanmaya doğrudan başvurdular, başvuruyorlar: Fransa (Renault Cleon, Saint Nazaire limanı gibi işletmelerde, Amazon’da, PSA Citroen, Airbus fabrikalarında üretimin durması bu hakkın kullanılmasından ileri geliyor; arkadaşlarını kaybeden Renault işçileri işi durdurdular); İtalya (metal fabrikaları 8 saat grev yaptı), İspanya (otomotiv işyerleri), Türkiye (Sanel Elektronik ve Sarkuysan’da Birleşik Metal üyesi işçiler, Taksim ATM inşaatı işçileri gibi.. Türk Metal sendikası ise hakkın kullanımı “işyerinde korona virüs vakasının çıkması halinde” diyerek patronlarla işbirliği yaptı).
Yaşamak için, en temel hakkına sahip çıkmak için başvurulacak bu hakkı çoğu işçi kullanmaktan çekiniyor. Çünkü işçi sınıfı iş buldukları ve çalıştıkları sürece yaşayabilen bir sınıftır. Fransa’da da açılan soru-cevap hatlarında işçiler çalışmaya zorlandıklarından şikayet ediyor, ölüm korkusuyla çalıştıklarını, işten atılırlarsa nasıl dayanacaklarını, ne yapabileceklerini soruyorlar. Ücretsiz izne çıkarılmak, işten atılmak, fatura ve kirayı ödeyememek tarife gerek olmayan bir uçurum çünkü. Bir uçta korona virüsü, bir uçta en temel ihtiyaçlarını karşılayamama uçurumu arasında tükeniyor işçi yaşamları. Bu döngü kabul edilemez! Onu ancak birlik halinde kol kola girerek ve örnekleri takip ederek yenebiliriz.
Sadece bir sağlık krizi değil toplumsal, ekonomik bir kriz yaşıyoruz. Bu siyasal krizlerle daha da şiddetlenecek. Hepimiz biliyoruz ki burjuvazi tarafından bir vesileyle alınan hiçbir hak geri verilmez, onu kazanmak için yeniden mücadele etmek gerekecektir. Kontrol altına alınan yaşamlarımız, daha ağır politik koşullara tabi kılınmamız için de imkan sunmakta. Ancak bu hikayenin tek yazarı burjuvazi olmayacaktır.
Taleplerimiz:
Sağlık, hijyen, gıda ve toplumsal iletişimi sağlayan zorunlu işler dışında üretime son verilsin!
Tam işsizlik sigortası!
Tam ücretli izin!
İşten atmalar yasaklansın!
Çalışmanın toplumsal açıdan zorunlu olduğu yerlerde sosyal mesafe, hijyen, dezenfekte çalışmaları, işçi sağlığı güvenceye alınsın! İşçilerin hayatı ile oynanamaz!
Çalışmanın toplumsal açıdan zorunlu olduğu yerlerde azami çalışma süreleri uzatılmasın!
Herkese ücretsiz test yapılsın!
Herkese eşit, parasız, nitelikli sağlık hizmeti!
Elektrik, su, doğal gaz faturaları, kiralar ertelensin!
Gıda ve diğer temel ürünler için mali destek sağlansın!
Yaşlıların ihtiyaçları karşılansın!