Sarı Yelekliler, İleri Adımlar - Nilgün Güngör

Neoliberal kapitalist kriz/yeniden yapılanma programlarına karşı mücadelelerin genel paydası, kaybedilen sosyal-sınıfsal mevzilerin korunması ile sınırlı olmalarıdır. Bu mevziler, kimi ülkelerde daha belirgin olmak üzere, tarihseldir, kuşaklar boyu işçilerin çalışma ve yaşam koşullarını kolaylaştırmış, emeğin fizik ve moral yıkımına karşı bir fren olmuştur. Ancak salt onların savunusuna dayanan ve “eski güzel günler”i yüce tutan savunma mücadeleleri sonuç getirmedi.

Özellikle savaş sonrası ekonomik yeniden inşa ve büyüme döneminin (1945-1973) vd. anımsanma biçimi ile Fransa da bu parantezden azade değil. Ancak burada mücadelenin sadece kaybedilen sosyal-sınıfsal mevziler değil, daha fazlasını da arayarak sürmesini yaşıyoruz. İşçi hareketinin tarihi, günün içerisinde kendisini yenileme gücünü buluyor.

Bunun bir yönü, burjuvazinin şimdilik Macron’da simgelenen pervasızlık ve hiçleştirme tavrı ile yürütülen emek ve sınıf düşmanı politikalar. Macron, daha başkan olmadan, 2,5 yıl önce bir röportajda “Yoksul birinin elini sıktığımda kendimi bütün gün kirli hissediyorum” diyordu. Partisinin adını (En Marche! -Yürüyelim) “Yürüyelim ama Prada ayakkabılarla” diye açıklıyordu. Neoliberal kapitalizmin dünya ölçeğinde işçi ve emekçileri soktuğu lanetli koridor, moral kazanımların da yitirildiği dibe doğru yarışa karşı tepki yaratıyor: Yüzyılların mücadelesine, on yılların direncine dayalı hakları neden kaybedelim? Üstüne üstlük bu aşağılamaları neden kabullenelim? Yoksunluklarımızı neden bireysel yetersizliklerimize bağlayalım?

Fakat bu aynı zamanda bir kendi geleceğini belirleme, kendi yaşamı üzerinde söz sahibi olma, bunun önündeki engelleri sorgulama mücadelesi. Televizyondaki bir tartışmada Sarı Yelekli bir kadın eylemci, Ekoloji Bakanına “Evinize bir temizlikçi aldınız ve çalışmasından memnun kalmadınız, ne yaparsınız?” diye sordu. Bakan fikrinden emin, “İşten çıkarırım,” diye yanıt verdi. Sarı Yelekli eylemci “İşte biz de sizden memnun değiliz ve hükümetin istifa etmesini istiyoruz,” diye darbesini indirdi. Seçimle işbaşına gelmiş (seçimlere katılımda 1969’dan beri en düşük oran olsa da) hükümeti kitle eylemi yoluyla istifaya çağırmak Fransa’da burjuva parlamenter oyunun kuralını esastan bozmak sayılıyor. Biz ise bu sahnede komünarların “geri çağırma hakkı”nın bilinçlerden silinememiş pratik savunusunu görüyoruz. Tayin edici çatışma olmasa bile, Fransızca konuşulan bir yığınak döneminin tarihin tekerleğini hızlandıracağını yaşıyoruz.

“Eğer burjuvazinin taktikleri hep tekdüze olsaydı, ya da en azından aynı türden olsaydı, o zaman işçi sınıfı bunlara aynı tekdüzelikte ya da aynı türden taktiklerle karşılık vermeyi çabukça öğrenirdi. Ama aslında, her ülkede burjuvazi, kaçınılmaz olarak iki yönetim sistemi, çıkarlarını ve egemenliğini sürdürmek yolunda iki savaşım yöntemi uygular, ve bu yöntemler kimi zaman birbirlerini izler, kimi zaman da çeşitli bileşimlerde içiçe geçmişlerdir.” (Avrupa İşçi Hareketi İçinde Ayrılıklar, Lenin) Sayısal güç azalmasına (ve bu azalma asla önemsiz olmamasına) rağmen kararlılığı ve taleplerinin toplumsallığı ile rutini aşan bu hareket, burjuvaziyi de alıştığı rutinin dışına çıkmaya zorladı. 2016’dan beri yaşananlar zaten olağanüstü hal; anayasanın parlamentoyu baypas ederek yasa çıkarmaya imkan veren 49.3 maddesinin İş Kanunu’nun değiştirilmesi için uygulanması; siyasal, sendikal, bireysel hak ve özgürlüklerin alanının daralması, açılan davalar, işçi eylemlerine verilen hapis cezalarıydı...

Ancak bir yandan şiddet artarken bir yandan da farklı yönetişim araçları arayışına giriliyor. 10 Aralık’ta Macron’un televizyon konuşmasında açıklanan kısmi kazanımlar da bu kapsamda sayılmalı. Benzine uygulanan vergi zammının 6 ay ertelenmesi, çalışanlara aylık 100 euro ikramiye, emekli maaşlarına 100 Euro zam, 2000 Euro’dan az maaş alan emeklilerden alınmaya başlanan katkı payının kaldırılması. Macron “Sizi duyuyorum”, “Yönetenlerle yönetilenler arasında böyle bir açı kabul edilemez” sözleriyle “sahaya” indi. Macron ve başbakanı Edouard Phillippe taşrada Büyük Ulusal Müzakere adı altında yerel yönetici ve milletvekilleri ile toplantılar yapmaya başladı. Buralarda hepsi önceden belirlenmiş iletişim yöntemleri kullanılıyor, kürsüden değil katılımcılarla aynı boy hizasından konuşuluyor, çoğu dışarıda bekleyen, nadiren araya sızabilmiş muhaliflerle “uygar polemik” yapılıyor, çevre, dünyanın geleceği gibi konularda açmaza sokulmaya çalışılıyor. Macron, “kendisini kirli hissetmek” pahasına, aynı zamanda bir siyasal olay olan Paris Tarım Fuarına 14 saatini ayırdı.

Ne yapılırsa yapılsın, her koşulda belirsizlik, iki tarafı da kesiyor. Hareketin ne kadar sürüp nereye kadar gidebileceği belirsiz iken, burjuvazinin bu yönetme tarzının ömrü de belirsizlik taşıyor. Burjuvazinin yöneten sınıf olarak avantajı şiddeti artırmaktan hareketin yorulmasına, aldatıcı sis bombalarının kullanımından genç kuşağa ideolojik kültürel yatırım yapmaya, referandum gibi mekanizmaları kendi elini güçlendirecek tarzda kullanmaktan farklı hükümet kombinasyonları oluşturmaya (Avrupa Parlamentosu seçimleri bunun bir aracı kılınabilir), belediye seçimlerinde Marine Le Pen’in yükselişini frenleme adı altında atak yapmaya... bir dizi karta sahip olması ve taktiklerini yenileyebilmesi. Ancak belirsizlik, ucu açıklık sürece içsel ve sadece burjuvazinin belirleyebileceği kolaylıkta işlemiyor.

Geleceğe bir köprü

Tarihin akışının tüm dünyayı etkileyen ayaklanmalar, devrimler, başkaldırılarla, etkin düşünce akımları ile hızlandırıldığı, yöneticilerinin zorbalık ve ihanetine defalarca tanık olan işçi ve emekçilerin özgüçlerinin farkındalığı ile dolu olduğu bir ülkede yaşanıyor Sarı Yelekliler hareketi. Hiçbir şey “tartışılmaz” değil. Kararların genel toplantılarla alınması, kağıt üzerinde kalmayan, yerleşikleşmiş olumlu geleneklerden.

Sarı Yelekliler hareketinin asli mücadele biçimleri otoyol kavşaklarındaki nöbetler, blokajlar (keza Amazon gibi bazı işyerlerinin önünde) ile Cumartesi günleri yapılan kitle gösterileri. İnternet üzerinden kurulan iletişim ve örgütlenmelerin son etkin örneği bu eylemler oldu. Otoyol kavşaklarındaki nöbetleri simgeleyen sarı yelekler imgeleri, ilk 15-20 gününde Fransa haritasını neredeyse kapatmıştı. Şimdi bunların önemli bir bölümü dağılmış durumda. Paris dahil kent banliyölerinde sendikalı, öncü işçiler, sol parti ve çevreler tarafından akşamın belli saatlerinde yürütülen Sarı Yelek nöbetleri (stand, çadır...) başladı. Bunlar çok fazla olmasa da ateşi canlı tutuyor. Talep ve gündemleri mahallelere taşıyor -eski ve yeni göçmen katılımı ise hala sınırlı düzeyde. Banliyö Sarı Yelek noktaları, öncü işçi, sendikacı, sol çevrelerce oluşturuluyor ve daha çok duymak istediklerimizi duyacağımız, ama çevresini aydınlatıcı bir ortam sunuyor. Aynı minvalde Sarı Yeleklilerle bağlantılı sol çevrelerin kapalı salon toplantıları da var. Birkaç yüz kişilik geniş katılımlı (iki günlük) Sarı Yelek toplantıları ise 2 kez yapıldı ve kararlar alındı.

Kentlerdeki sendikalı işçi katılımı kısmen artmasına rağmen genel grev bu süreçte sadece bir kez kullanılabildi. 5 Şubat genel grevinin adına uygun seyretmediğinin ve bu aracı kullanmanın zor ama en etkin yol olduğunun herkes farkında. 19 Mart için ise 5 sendika genel grev çağrısı yaptı. Ancak asıl belirleyici görünen, 16 Mart’ta Sarı Yeleklilerin hazırlandığı büyük buluşma. Bu durum, sadece eylem değil örgüt biçimlerini daha fazla düşündürüyor. Sarı Yelekliler için bir yandan Marine Le Pen’in Ulusal Buluşma partisinin etkisi ve personel ilişkisi anılırken, öte yandan da özellikle sendikaların, sol parti ve çevrelerin dışında seyretmesinin altı çiziliyor. Kavşak nöbetleri aynı zamanda bir örgütlenme aracı/biçimiydi. Facebook, zamanın ruhuna uygun olarak karar alma ve tartışma amaçlı kullanıldı, kullanılıyor. Hareketteki yataylık ve yerel demokrasi onun gücünü oluştururken, ilerleyen süreçte özyönetimsel organların güçlendirilemeyişi ve bir önderlik dikeyliğinin yaratılamaması, hareketin hükümetin atakları karşısında taktik geliştirememesine ve döngüselliğe yol açıyor.

Sarı Yeleklilerin kendilerini tarif ettiği “apolitiklik” ile birlikte, “lidersizlik”, “partisizlik”, “temsili kurumlara güvensizlik” nitelemeleri, solda da paylaşıldı ve sıkça övgü konusu oldu. Bu varoluş, olguyu seçmeci bir biçimde tarif etmememizi, olgunun tercih ettiğimiz (ya da dilin ağrıyan dişe gittiği) yönünü onun kendisine ikame etmemeyi söylüyor bize. Nitelemelerin kendileri de başlangıçtan beri, giderek de hızlanan dinamik bir değişim halinde iken platonik idealleştirmelerden de kaçınmak gerekir.*

Gösterilerde atılan sloganlarda hedef (sistemle özdeş görülen) Macron, polis baskısından dolayı İçişleri Bakanı Castaner ve sarayın kirli işlerini gören (ve arkasına aldığı güçten emin, geçen 1 Mayıs’ta göstericilere saldıran) Benalla. Macron istifa, Castaner ve Benalla tutuklansın... Yürüyüş boyunca daha ziyade futbol takımı taraftarı tezahüratlarının Macron’a uyarlanmış hali kullanılıyor.**

Sarı Yelekliler hareketi -şu anda neoliberal politikalara karşı ülke çapında yürütülen ve kendisine katılınması çağrıları yapan, Macron yönetimini sürekli kendisine karşı taktik geliştirmeye zorlayan hareket- “apolitik” olarak nitelendirilebilir mi? Onunla (ve benzeri hareketlerle) ilişkiyi “hareketi politikleştirmek” üzerinden kurmak, tembel bir ezber tekrarı olur. Hareket kendisini muhalefetin kadim örgütlülükleri ile aynı karenin içerisinde görmüyor, görülmek istemiyor. Buna karşılık gerek talep formülasyonu, gerek ortak bir zemin yaratma çabası, en önemlisi 4 aydır ülkenin gündemini geri dönülmez biçimde belirlemesi, onu kesinlikle bir politik itiraz kategorisine sokuyor.

Başlangıçta hareketten ayrı durmanın (ya da onu doğru yönde etkilemek için de ayrı durmamanın) gerekçesi olarak anılan sağ, milliyetçi, faşist (az da olsa darbeden sempatiyle söz eden) kesim ve kişiler Sarı Yelekliler içerisinde bir olgu. Bunu gizlemeye gerek duymuyor, gösterilere Fransız bayrakları ve ulusal marşı ile, “eski muharipler” gibi sıfatlarla katılıyorlar. İlk gösterilerden beri şiddet kullanmaktan uzak kalmıyor ve bu yönlü tecrübelerini işe koşuyorlar. Siyaseten belirleyici olmasalar da süreçten kopmuyorlar. Faşist ve sağ burjuva parti ve politikacılar hareketle bağı onların üzerinden geliştiriyorlar. Şiddetin kullanımı da bu partilerin söylemlerinde değişiklik yaratmıyor. Aksine aşağıdan kitle hareketiyle güç kazanmanın yol ve imkanlarını buluyorlar -Avrupa Parlamentosu seçimleri diğerleri gibi onlar için de bir test olacak.

Sarı Yeleklilerin sınıfsal ve siyasal heterojenliği, burjuvazinin taktik arayış ve adımları ile çelişik, artan bir parçalılık halinde seyrediyor. Ülke siyasetinin kılcal damarlarından değil (bu daha derinlemesine bir özdeneyimi de gerektirir) daha geniş ölçekten ve nesnellikten kopmadan bakarsak, “liderlik” sorununun kurumsal/örgütsel olmaktan önce bir “üst anlatı yoksunluğu”nda yattığını görebiliriz. Bu, harekete sahip olduğundan daha üst bir bilinç atfetmenin yanlışlığını da sorgulatır bize. Doğrudan yaşam koşulları ile ilgili taleplerin yanında hareket “Macron istifa!”, “Ayın sonu ile dünyanın sonu aynı mücadele” sloganlarını kullanıyorlar. Neoliberal kriz politikaları ile daralan burjuva demokrasisine referandum biçiminde katılım mekanizmalarını savunanlar da bu sürece hazır bir siyasal yanıtla geldikleri iddiasındalar (“RIC” -yurttaş inisiyatifi referandumu). Bu talep, hükümetin yanı sıra temel konularda referandumun da yönetsel mekanizmanın bir parçası olarak kabul edilmesini içeriyor. Ancak bu taleplere ve Sarı Yeleklilerin temsili kurumlara olan güvensizliğine “doğrudan demokrasi” yönelimi atfetmek, bu kavramı salt üstyapısal düzlemde kullanmaktan ve içini boşaltmaktan başka bir anlam taşımaz.

***

İlan ettikleri, sonuçlarına göre karar vereceklerini söyledikleri -ama Sarı Yeleklilerin kendisini muhatap almadıkları- Büyük Ulusal Müzakere sona eriyor. Sonuçlarını 15 Mart’ta açıklayacaklar. Bu sonucun işçi ve emekçilerin ihtiyaçları yanında palyatif bile olmayacağı şimdiden açık. Bütün siyasal-toplumsal iktidar ağlarına rağmen Macron hükümeti, bu şımarık yönetim, bir şey kazanmış değil. 16 Mart’ın seyri buna yanıt olacak.

“Etkin bir işçi sınıfı mücadelesi olmasa ne olurdu?” Gün gün yoksunlaşan yaşamlarımız, bu sorunun yanıtını veriyor. Artık sadece Sarı Yeleklilerden ibaret olmayan hareket, burjuvazinin son yıllarda neoliberalizmin ideolojik hegemonyasını da çoktan yitirmiş olarak hızlandırdığı kriz içinde yeniden yapılanma programına yarı Fransızca bir yanıttır. Daha ilerisi için işçi birliği ve siyasal solukluluğu gerekecektir.

DİPNOTLAR

* Göstericilerden birinin taşıdığı kartonda “Başsız bir hareketin başı kesilemez” yazılıydı. Aynı “başsız hareket” tanımı 2016 yılındaki “Gece Ayakta” hareketi için de yapılmıştı... Öte yandan “Sarı Yeleklilerin liderlerinden...” denildiğinde meclis gibi kolektifler yerine belirli kişilerin anılması, onların duruşlarından da bağımsız olarak “yüzyılımızla” çelişik. Dahası, bu isimler artan bir çeşitlilik gösteriyor -bazıları Avrupa Parlamentosu seçimlerine aday oluyor, kendi “markası” ile hareket ya da “parti” kuruyor...

** Şarkı sözleri: “Macron, salağın önde gideni / Gelip evinden alacağız seni” ya da “Buradayız işte / Buradayız / Macron istemese de buradayız / İşçilerin onuru ve daha iyi bir dünya için buradayız”.