Çocuk işçiler kapitalist üretimin sanayileşmeye evrildiği dönemden bu yana en trajik sömürü biçimlerine maruz kalan işçi bölüklerini oluşturur. Bu gerçeği Marx, Komünist Manifesto’dan başlayarak Kapital’in 1 ve 3’üncü ciltlerinde ayrıntılı müfettiş raporlarını da kullanarak döne döne işler. Kadın ve çocuk emeğinin sömürülmesindeki vahşilik, çözülen eski üretim ilişkileri, devasa ölçekteki mülksüzleştirme dalgasıyla kent merkezlerine akın etmeye mecbur bırakılıp işçi sınıfının gövdesine katılan büyük kitleler, “yalnızca insan kanını, etini değil, sinirini, beynini de israf eden” dev makinenin bir parçası, yedek gücü haline getirilir. Marx’ın deyimiyle “Her gün, her saat makineler, ustabaşı ve en çok da tek tek imalatçı burjuvaların kendileri tarafından köleleştirilirler. Bu zorbalık, amacının kazanç olduğunu ne kadar açık bir biçimde ortaya koyarsa o kadar aşağılık, o kadar tiksindirici, o kadar dayanılmaz olur. Kol emeği ne kadar az beceri ve kuvvet tezahürü gerektirirse, başka bir deyişle modern sanayi ne kadar gelişirse erkek emeğinin yerini o ölçüde kadın emeği alır. Cinsiyet ve yaş farklılıklarının işçi sınıfı için hiçbir ayırt edici toplumsal geçerliliği kalmamıştır artık. Bütün işçiler yaş ve cinsiyetlerine göre maliyetleri değişik olan birer emek aracıdırlar.”
Bu acımasız çark içinde çocuk işçiler, fiziksel yapıları, itiraz etme yetilerinin gelişmemesi gibi özelliklerle işçi sınıfının genelinden daha fazla alet muamelesi görür. Baca temizlemede alet kullanılmaz onlar alet haline getirilir, elleri kıvrak ve başka bir alet kullanıldığında ürün zarar görür kaygısıyla onların elleri kaynar sulara daldırılan maşa olur mesela.
Kapitalist barbarlığın bu yüzü sadece Marx ve Engels’in yaşadığı vahşi kapitalizm döneminde değil, bugün de işçi sınıfının en örgütsüz olduğu bölgelerde böyledir. Birçok “teknoloji harikasında” kullanılan elementlerin mesela kobaltın oldukça vahşi çalışma koşulları altında Afrikalı çocuklar tarafından çıkarılması bunlardan sadece biridir mesela.
Türkiye’de de tablo farklı değildir. Daha Osmanlı döneminde önemli bir üretim üssü olan Bursa’daki ipek üretim işletmelerinde Uzak Doğu’daki rakiplerle rekabet edebilmek için bu işletmelerde ucuz ve kolay disipline edileceği düşünülen, fiziksel özellik ve yetileriyle oldukça meşakkatli olan ipek üretiminde kadınlar ve çocuklar, özellikle kız çocukları istihdam edilir. O günden bugüne de çocuk işçilik işçi sınıfının organik bir parçası olarak ve çeşitli sektörlerde ağırlık kazanarak devam etmektedir.
Günümüzdeyse istihdam içinde hayli ciddi bir oranı ifade edecek kitlesel bir karakter kazanmıştır.
Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK), 2022 yılına ilişkin çocuk istatistiklerinde 15-17 yaş grubundaki çocukların işgücüne katılma oranını yüzde 18,7 olarak açıklandı. Bu oran bir önceki yıl 16,4’tü. Bu verilere göre Türkiye’deki çocuk işçilerin yüzde 30,8’i tarım, yüzde 23,7’si sanayi ve yüzde 45,5’i ise hizmet sektöründe çalışmakta. Ancak TÜİK 15 yaş altı çocuk işçiliğe dair bir veri açıklamıyor. Zaten 15 yaş üstü çocuklar da Türkiye’deki İş Kanunu’na göre çocuk işçi değil, “genç çalışan” olarak kabul ediliyor. Üstelik savaş nedeniyle göç etmiş çok sayıda Suriyeli çocuğun da kayıt dışı çalıştırıldığı biliniyor. Yani ülkedeki çocuk işçiliği sayısıyla ilgili net bir veri bulunmuyor.
Dünya geneline baktığımızda bu tablonun boyutlarının daha da derinleştiğini görüyoruz. Oysa bir araştırma yapılacak olursa 1940’lı yıllardan itibaren çocuk işçiliği ”sınırlayan”, çocuk haklarını “savunan” ve ”koruyan” çok sayıda bildiri, sözleşme olduğu, ülkelerin bununla ilgili birçok yasal düzenleme yaptığı görülür. Ancak bunu yapan ülkelerde de dahil “çocuk işçilik” devasa boyutlara ulaşmış durumda. ILO verilerine göre Amerika kıtalarında 8.3 milyon, Avrupa’da 8.3 milyon çocuk işçi var. UNİCEF verilerine göre dünyadaki her 10 çocuktan biri işçi ve bunların yarısı sağlıklarını ve gelişimlerini etkileyecek ağır işlerde çalıştırılıyor ve bu durum her yıl daha da kötüye gidiyor.
Kapitalist üretim sistemi sürdüğü sürece bunun değişmesi de mümkün değil. Çünkü kapitalizmin ortaya çıkışıyla farklı bir boyuta sıçrayan çocuk işçiliğin kapitalist üretim sürecindeki yeri, onu kapitalistler için vazgeçilmezler arasına sokuyor.
Çocuk emeğinin tarihçesi
Çocuk emeğinden yararlanma Sanayi Devrimi öncesinde çoğunlukla tarım ve ev işçiliğiyle sınırlı bir olguydu. Ancak Avrupa’da tarım ekonomisinden sanayi kapitalizmine geçişle birlikte çocuk işçilik şekillenmeye, çocuk işçiler toplumsal bir katman olarak karşımıza çıkmaya başladı.
Sanayi devrimi öncesinde tarım ve ev işçiliği aile temelinde örgütlenmiş üretim sistemleriydi ve bunun çözülmesiyle birlikte ev halkı da emeklerini satmak zorunda kalacaktı. Düşük ücretle çalışan ebeveynlerin eksiğini kapatabilmek için çocuklar da işe koşulmak zorundaydı. Böylece çocuklar bir iş gücü olarak pazarda talep görmeye diğer taraftan aileler için daha fazla gelir kaynağı haline gelmeye başladı. Aslında öncesinde de -sınırlı alanlarda da olsa- üretimin içinde bulunan bu çocuklar açısından değişen en temel şey üretim alanlarının değişmiş olmasıydı. Yani çocuklar evden ya da aile ile bağlantılı olan alanlardan çıkarılıp fabrika denilen üretimin kesintisiz ve toplu biçimlerde sürdürüldüğü, daha farklı bir disiplin ve kurallar dizgesinin işlediği, aileden ya da bireylerden bağımsız yerlere yerleştirildiler.
Zaman içerisinde üretimin niteliğinde meydana gelen değişimler ve artan sermaye ihtiyaçları çocuk işçiliğe olan rağbeti de arttırdı. Bu da kapitalizmin vahşi doğasının çocuk üzerinde tüm çıplaklığıyla vücut bulmasıyla, hatta insanlık dışı boyutlara ulaşmasıyla sonuçlandı.
Yani Sanayi Devrimi çocuk işçiliğin ete kemiğe bürünmesini sağlamış oldu ve 1800’lerin başlarında el emeğinin yerini makineli üretimin almaya başlamasıyla da tüm dünyada hızla yayıldı.
Çocukların işçi olarak konumlandırılması
Üretimin makineleşmesi, el aletlerinin kullanımı ve zanaatkârların becerisiyle yapılan, dolayısıyla belli bir yetkinlik ve eğitim süreci gerektiren işlerin artık niteliksiz işçilerle de yapılabilmesini getirdi. Öyle ki bu işler daha ucuza “mal edilen” çocukların bile yapabileceği bir “basitliğe” kavuşmuş oldu. Ayrıca çocukların bedenen küçük olmalarından dolayı daha incelik isteyen işleri yapabilmeleri, ufak parçaları takabilmeleri, yine makine aralarına ya da altlarına girip parça değiştirebilmeleri, bacalara sığıp buraları temizleyebilmeleri gibi “avantajlı” özellikleri çocuk işçiliğin yaygınlaşmasına da vesile oldu.
Bunun yanı sıra özellikle vardiyalı çalışma sistemine geçişle birlikte iş gücüne olan ihtiyacın artması çocuk işçiliği yaygınlaştıran etkenlerden bir diğeriydi. Fabrikalaşmış üretimle birlikte tüm gün üretim yapma arzu ve ihtiyacı da artmaya başladı. Vardiya sistemiyle 24 saat aralıksız üretim yaptırma fırsatı bulan burjuvazi, bunu yapabilmek için de işe koşacak daha fazla sayıda insana ihtiyaç duydu. Bu da çocuk emeğini sömürünün radarına daha fazla soktu. Sonuç olarak İngiltere, Galler, İskoçya gibi ülkelerde sanayi iş kollarında çocuklar, vardiyalı sistemin ağır ve insanlık dışı koşullarında çalıştırılmaya başlandı.
Yaşları 8- 18 yaş arasında değişen (hatta İngiltere’de tekstil fabrikalarında 5-6 yaşında çocuklar çalıştırılıyordu) bedensel gelişimleri henüz tamamlanamamış ve bir yetişkine göre daha hassas bir bünyeye sahip olan çocuklar, örneğin sıcaklıkların 86-90 Fahrenhaytı bulduğu demir-çelik fabrikalarında saatlerce ya da bir iki kısa mola haricinde ara verilmeksizin 12 saatlere varan sürelerde çalıştırıldı. Uykuda olmaları gereken gece vardiyalarında yetişkinlerin yerine ya da onların açığını kapatacak şekilde işe koşuldular. Birçoğu bu çalışma koşullarını kaldıramadı ya hasta oldu ya da öldü.
İngiltere’de boy veren çocuk işçilik, Almanya, Fransa, İsviçre, Hollanda gibi Avrupa ülkelerinin yanında Japonya, ABD gibi ülkelere de yayılarak “küresel” bir nitelik kazandı. Üstelik her biri bir öncekini aratacak koşullarda ve boyutlarda…
Özellikle endüstri alanında palazlanan çocuk işçilik, ucuz ve kolay işgücü kaynağı olmaları nedeniyle diğer sektörlere de yayıldı. Özet olarak, çocuk işçiliğin ortaya çıkmasında kapitalizmin maliyet hesapları, sömürü hırsı belirleyici oldu.
Özellikle sanayileşmeyle birlikte başlayan göç dalgası, büyük kentlerde yoksulluğun da aynı ölçüde artmasını getirmiştir. Geçinebilmek için aile bütçesine katkı yapmak zorunda olan çocuklar, işlerin nitelik istemeyecek, uzun eğitim ve çıraklık dönemleri gerektirmeyecek boyuta gelmesiyle artık fabrikalaşmış üretim alanında da kendine yer bulmuş oldu. Artan rekabet dolayısıyla pazarlarını genişletmek ve bu nedenle de maliyeti ucuza getirmek isteyen patronlar için çocuklar uygun, ucuz bir işgücü sağlamış da oluyordu. Tüm bunların yanı sıra çocukların daha kolay kontrol ve disiplin altına alınabilmesi de çocuk işçiliğin yayılmasını desteklemiştir.
Günümüzde de değişen bir şey yok!
Genel olarak çocuk işçilik geçmişin ya da çoğunlukla yeni sanayileşen ülkelerin sorunu olarak düşünülmektedir. Oysa günümüzde de birçok gelişmiş sanayi ülkesinde yukarıda belirttiğimiz nedenlerden dolayı yarı-zamanlı ya da tam zamanlı olarak çocukların çalıştırıldığı görülür. Bununla birlikte emperyalist kapitalist tekellerin azami kâr dürtüsüyle, dolayısıyla ucuz emek arayışıyla bağımlı ülkelerdeki yatırımlarında ucuzun da ucuzu muamelesi gören çocuk emeği önemli bir yer kaplar.
“Duyarlılıktan”, “insan hakları”ndan en fazla bahseden bu gelişmiş kapitalist-emperyalist ülkeler ve tekellerin hem kendi ülkelerinde hem de özellikle bağımlı-yoksul ülkelerde kölelik dönemini aratmayacak koşul ve ücretlerle çocukları çalıştırdıkları biliniyor. Yine ILO verilerine göre Afrika’da her 5 çocuktan biri çocuk işçi olarak çalıştırılıyor. Nijerya’da çocuk nüfusunun yüzde 43’ü işçi. Çünkü sermaye için çocuklar hâlâ ucuz ve sınırsız bir işgücü, yedek işçi ordusu olarak değerini koruyor. O nedenle üretimlerinin önemli bir kısmını sömürdükleri bu yoksul ülkelere kaydırmış durumdalar.
Türkiye’de net çocuk işçi sayısı ise bilinmiyor. Veriler arasında uyumsuzluk ve uçurum var. Sadece 2016 yılındaki verilere bakmak bile bu durum hakkında bilgi verebilir. 2016 yılında DİSK’in hazırladığı raporda 2 milyon çocuk işçi olduğu ve çocukların yüzde 78’nin kayıt dışı çalıştırıldığı belirtilmiş. O zamanki TÜİK verileri ise çocuk işçi sayısını 750 bin olarak açıklamış. TÜİK verilerinin bu denli düşük olmasının bir nedeni de sadece 15-18 yaş arası kayıtlı çocuk işçileri kapsıyor olması. Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde 18 yaşından küçükler çocuk kabul edilmesine karşın, Türkiye’deki İş Kanunu’na göre 15 yaşını doldurmuş ancak 18 yaşını tamamlamamış çocuklar “genç çalışan” olarak kabul ediliyor. Yani bunlara “genç çalışan” denilerek, çocuk işçiliği devletin onayladığı bu ifadeyle de perdelenmeye çalışılıyor.
DİSK-AR raporlarına göre 6-17 yaş grubundaki çocukların haftalık ortalama çalışma süresi 40 saati, 15-17 yaş grubundaki çocuklar için ise 45,8 saati buluyor.
Devlet çocuk işçilerin sayısını yükseltmek için eğitim modelinde de değişikliklere gidiyor, bunu sermayenin ihtiyaçlarına göre yeniden düzenliyor. 4+4+4 eğitim modeliyle çocuklar eğitim sürecinin dışına doğru itildi. Bu da okula gitmeyen çocuk sayısının, dolayısıyla çalışan çocuk sayısının artmasına neden oldu. MEB’in verilerine göre 2021-2022 eğitim öğretim yılında 1 milyon 200 çocuk okul kaydı yaptırmadı. Bu veriler içerisinde okula kaydı olup da gitmeyenler yok.
Devlet eliyle eğitim ve sosyal hayatın dışına itilen bu çocukların çoğu “meslek öğrenmesi” gibi gerekçelerle “çıraklık” adı altında merdiven altı atölyelerde çalıştırılıyor. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’nın 2022 faaliyet raporuna göre 8 bin 444 işyerine yapılan denetimde “çırak” adı altında çalıştırılan 982 çocuğun bulunduğu bilgisi yer alıyor. Bunlar uzun sürelerde, ağır koşullarda ve düşük ücretle çalıştırılan çocuklar. Artan yoksulluk da ailelerin çocuklarını okuldan alıp çalıştırmasına neden oluyor.
Meslek okullarının sermaye açısından önemi
Ortaçağ’da çocuklar esnaf ve zanaatkârların yanında çırak olarak çalışmışlardır. Ancak bu arada patron olarak zanaatkâr, çırağın mesleki alanda eğitilmesi gibi bir yükümlülüğe de sahipti. Zihinsel üretim süreci ve kol emeğinin birleşmesiyle yürütülen bu üretimde beyin ve kas gücü gelişimi de birbirini destekleyecek şekilde sürmüştür.
Günümüz fabrikalarında ise zihinsel ve kol emeği birbirinden ayrılmış, işçi artık otomatize ve yarı otomatize cihazların birer parçası olarak konumlandırılmıştır. Öncesinde merkezinde işçinin olduğu üretim olgusu yerini merkezinde makinelerin yer aldığı, işçinin de kendini buna göre geliştirmek zorunda olduğu bir biçime bıraktı. Sermaye artık belirli bir işi yapan, işin tek bir noktasında uzmanlaşmış işçiye ihtiyaç duymaya başladı.
Ancak sermaye için çalışacak elemanları yetiştirmek, bunların masrafını üstlenmek pahalı ve kâr oranı kısa vadede düşük olduğu için meslek okulları sermayenin bu ihtiyacını karşılamak üzere şekillendi. Böylece sermayeye yük olmadan, sermayenin ihtiyacı doğrultusunda işin mutfağına hâkim, makine başındaki yerini çabucak alabilecek işçiler yetiştirilmeye başlandı. Adı okul olan bu yerler, çocuklarının zihinsel, kültürel gelişimini geri plana iterek sadece mesleki alanda eğitim veren atölyelere dönüştürüldü. Ayrıca bu çocuklar, staj adı altında sermayenin hizmetine de erkenden sunuldu. Böylece kapitalizm için gerektiğinde işe koşulacak yedek bir işçi ordusu hazır edilmiş oldu. Bu kapitalist üretimin “kesintisizliğinin” de güvence altına alınması anlamına geliyordu. Kesintisiz ve sınırsız bir iş gücü kaynağı… Türkiye’nin en büyük kan emicilerinden Koç’un “Meslek lisesi memleket meselesi” sloganını bayraklaştırması boşuna değildi.
MEB verilerine göre Türkiye’de 293 meslek lisesi ve buraya giden bir milyon 848 bin 236 öğrenci yani “çocuk işçi” bulunuyor. MESEM’lerle bu açgözlü bir çocuk işçi sömürü niteliği kazandı.
Staj adı altında çocuk işçiliğine ve çocuk emeği sömürüsüne yasal kılıf hazırlayan MESEM uygulaması nedeniyle sadece şu son 4-5 ay içinde yaşları 14 ile 17 arasında değişen 8 çocuk yaşamını yitirdi. MESEM’ler emekçi çocuklarını daha baştan işçi olmaya mıhlayan, kapitalist sömürü için ucuz yoldan ara eleman yetiştirmenin formülü olarak devreye girdi.
İlk olarak 9 Aralık 2016’da 6764 sayılı Kanun’la Milli Eğitim Temel Kanunu ve Mesleki Eğitim Kanunu’nda yapılan değişiklikle çıraklık eğitiminin örgün ve zorunlu eğitim kapsamına alınması sağlandı. 2021’de çıkarılan 7346 sayılı Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la ise MESEM’lere yönelik talep adeta patlatıldı. Bu yasayla tüm meslek liseleri bünyesinde MESEM açıldı.
MESEM kapsamında staj yapacak 9, 10 ve 11’inci sınıf öğrencilerine asgari ücretin en az yüzde 30’u, 12’nci sınıftaki kalfalara ise asgari ücretin en az yarısı kadar ödeme yapılması kararlaştırıldı. Bu ücretler İşsizlik Sigortası Fonu’ndan karşılanıyor. Böylece patronlar hiçbir harcama yapmadan stajyer öğrencilerden oluşan devasa bir ucuz işgücü ordusuna kavuşmuş oldu.
Şu anda ülke genelinde MESEM programına kayıtlı yaklaşık 1,5 milyon öğrenci var. Bu öğrencilerin 300 bine yakını 18 yaşın altında. İş Kanunu’nun 71’inci maddesine göre 15 yaşından küçük çocukların ağır işlerde çalışması yasakken bu çocukların önemli bir kısmı metal gibi ağır ve tehlikeli işkollarında çalışıyor!
Bu çark mücadeleyle bozulur
Çocukların erken yaştan itibaren ağır işlere koşulması, eğitimin ve dolayısıyla sosyal hayatın dışına itilmesi, yanı sıra artan yoksulluk ve yoksunluk onların hem fiziksel hem psikolojik gelişimini sekteye uğratmaktır. Kapitalistler için modern köleler olan işçi sınıfı içerisinde sömürüye en açık ve en savunmasız kesimini oluşturan çocuk işçilik, kapitalist üretim ilişkilerinin sonlanmasıyla ortadan kaldırılabilir.
Ancak bu insanlık dışı sömürünün sınırlanıp hiç olmazsa minimize edilebilmesi için sistemi yıkacak devrimin gerçekleşmesini beklemek gerekmez. Bugünden yapılabilecekler ve yapılması gerekenler vardır. Bunların en başında da 15 yaşın altındaki çocukların çalıştırılmasına derhal son verilmesi talebi gelmelidir.*1 15 yaş ve üstünün de bedensel ve zihinsel gelişimini olumsuz etkileyecek sektörlerde çalıştırılmalarına aynı şekilde kesinlikle karşı çıkılmalıdır. Bu çocuklar da ancak haftada toplam 15 saati geçmeyecek şekilde çalışmalıdır. Onların çalışma koşulları sendikalar, tıp insanları ve pedagoglardan oluşan kurullarca çok sıkı denetlenmelidir.
*1 Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde 18 yaşından küçükler çocuk kabul edilmesine karşın, Türkiye’deki İş Kanunu’na göre 15 yaşını doldurmuş ancak 18 yaşını tamamlamamış çocuklar “genç çalışan” olarak kabul ediliyor. “Genç çalışan” denilerek çocuk işçiliğin üstü kapatılmaya çalışılıyor.