Lionel Richard, 1945’e kadar Nazi Almanyası’nda çalışma düşüncesinin kendisinin, her yerde ve sürekli olarak, topluma homojenlik kazandırabilecek bir araç olarak kabul edildiğini, bunun da Alman tekelci sermayesinin Nazizmden sağladığı çıkara göre şekillendiğini yazar. Hitler’in sanayicilere, bankacılara, büyük toprak sahiplerine verdiği güvencelerden birisi, iş gücü ordusunu tüm yaş gruplarında büyütmektir. Alman demir çelik ve toprak burjuvazisinin ihtiyaçlarına göre kurgulanmış çalışma propagandasıyla, sistemli biçimde sömürülmeye dayanan bir ekonomik düzene maddi ve ahlaki bağımlılık pekiştirilmek amaçlanır.
Sermayenin talepleri doğrultusunda çalışma pratikleriyle toplumu bir arada tutmak, düşüncede ve eylemde homojenlik yaratma yöntemlerinden birisi olarak görüldü. Zorunlu, uzun süreli ve düşük ücretlerle, kimi zamansa gönüllülük adı altında şekillenen çalışma rejimi, dünün çalışma kamplarından günümüze, farklı isimlerle, farklı usullerle ancak benzer içerikle yeniden uygulanıyor.
Mesleki Eğitim Merkezleri (MESEM) ve buna bağlı olarak başta organize sanayi bölgelerine açılan meslek liseleri, çalışma kamplarının “yeni” ve “demokratik” klonlarıdır. 2006 yılında Türkiye’nin en büyük tekellerinden Koç Holding ile Milli Eğitim Bakanlığının iş birliğiyle, “meslek lisesi memleket meselesi” sloganıyla tohumları atılan MESEM programı, sadece AKP iktidarıyla sınırlandırılamayacak çok katmanlı bir sermaye projesidir. Her sermaye projesinde olduğu üzere MESEM’lere de ekonomik ve ideolojik hegemonyayı tamamlamaya dönük asli roller tanımlanmıştır.
EKONOMİK İŞLEV
MESEM, emek piyasasını uzun vadeli biçimlendirmenin araçlarından birisidir. Düşük ücretlerin ve uzun çalışma sürelerinin hakim olduğu emek yoğun sektörleri ayakta tutmaya hizmet eden MESEM programları, öğrenci-işçi konsepti eşliğinde ekonomik üretim birimi haline gelmiştir. Nisan 2023 tarihi itibarıyla mesleki teknik eğitim çerçevesinde döner sermaye kapsamındaki üretim gelirleri 2 milyar liraya yükselirken, bu gelirden öğrenci ve öğretmenlere düşen pay sadece 300 milyon liradır. Üretim gelirinin ise geçtiğimiz yıl sonu itibarıyla 3.5 milyar liraya yükseldiği tahmin ediliyor.
MESEM’ler sermayenin ucuz emek rezervlerini doldurmanın dışında doğrudan işverene finansman desteğinin de bir aracıdır. 2024 yılında bedavaya çalıştırılan öğrenci-işçiler için patronlara 1 milyar 698 milyon TL ödenirken, son 3 yılda MESEM programlarına aktarılan kamu kaynağı 15 milyar liraya yaklaşmıştır. Öte yandan, 6111 ve 7103 No’lu teşvik şartlarının zorlaşması üzerine patronların yeni finansman arayışında “ustalık telafi programı” öne çıkmıştır. 2023 yılında programa başvuran patron sayısı 1 milyonu geçmiştir. Başvuru üzerinden hesaplandığında aylık ödeme yaklaşık 4.2 milyar lirayı bulmaktadır.
İDEOLOJİK İŞLEV
Evrensel’de yer alan bir habere göre, MESEM aracılığıyla ortaokulu bitiren öğrencileri örgün eğitimden kopararak haftanın 4 günü bedava iş gücü olarak patronların sömürüsüne sunan Milli Eğitim Bakanlığı şimdi de yaz döneminde “beceri geliştirme programı” adı altında 7-8. sınıftan itibaren tüm öğrencilerin katılabileceği “zanaat atölyeleri” açacak. İstanbul, Ankara, İzmir, Erzurum, Konya, Mersin, Rize, Samsun, Sivas ve Urfa olmak üzere 10 ilde 196 okulda başlatılacak pilot uygulamayla mesleki eğitim yaşı düşürülüyor.
MESEM programlarıyla başlatılan ve “zanaat atölyeleri” adı altında yaygınlaştırılması planlanan öğrenci-işçi uygulamalarıyla, çocuk işçiliği formel hale getirilmek ve yasal-nesnel zemine kavuşturulmak isteniyor. Bir neslin küçük yaşlardan itibaren öğrenci-işçi olarak karakterize olması sermayenin toplum üzerindeki ideolojik egemenliğinin pedagojik ve asli unsurlarından birisidir.
Murat Özveri, “Türkiye İşçi Hukuku” kitabında çocuk işçi çalıştırmanın eğitimle perdelenmesinin, çırak adı altında çocukların güvencesiz çalıştırılmasının hukuki boyutunu detaylı şekilde izah ederken, çıraklığa başlama yaşının düşürülmesini 3008 sayılı Çıraklık ve Mesleği Eğitim Kanunu’nda yapılan değişikliklerde izler. Aday çıraklık yaşının 11-12’ye düşürülmesine paralel, “mesleki beceri” sıfatının arkasına gizlenerek tempolu ve ağır çalışma rejimine dahil edilen bir çocuk, bütün bilişsel ve eğitsel kapasitesini bulunduğu maddi ortama göre şekillendirecektir.
MESEM ve zanaat programlarındaki emek yoğun üretimin çekirdeğinde yer alan Taylorist etüt ve çalışma rutinleri, küçük yaştaki öğrenci-işçileri üretimin bilgisinden koparıp vasıfsızlaştırırken, öğrenci-işçinin kendisini üretimdeki sıradan bir unsur gibi görmesine yol açarak değersizleştirecektir.
Üretimin bilgisi ne ölçüde patronun mülkiyetinde olursa, iş bölümü ve iş yeri organizasyonunda patronun tek-sesliliği ne kadar artarsa, öğrenci-işçinin bilinci ve bedeni üzerinde patronun kontrol ve denetimi de o denli artacaktır. İş yeri merkezli denetim ve kontrol tekniklerinin küçük yaştaki öğrenci-işçiler üzerinde yoğunlaşması ve baskıya dönüşmesi sadece iş yeriyle sınırlı kalmaz. Marx’ın Kapital’de belirttiği üzere, denetim, kapitalist üretimin merkezinde yer alır. İş yerlerinde özel bir uğraş haline gelen denetim ve gözetleme, iş yerinde kalmayarak “Toplumsal bir boyut kazanır” ve “zorbaca” bir niteliğe bürünür. Sermayenin iş yerinden gündelik hayata taşınan komutlarına aşina, kontrol edilebilir bir nüfusun yapı taşları oluşturulur.
ÖRGÜTSÜZ TOPLUMA DOĞRU MU?
Murat Özveri’nin belirttiği üzere mesleki eğitim adı altında neredeyse tamamı yoksul çocuklardan oluşan meslek lisesi öğrencilerine, ustalık, kalfalık belgesi verme, kendi işini açma umudu aşılanarak, karşılığında bu öğrenci-işçilerin asgari ücretin yüzde 30’una veya yarısına çalıştırılması teşvik edilmektedir. Sermayenin düşünsel ve iş yerindeki pratik kontrolüne giren öğrenci-işçilere yaratılan bu simülasyondan çıkış bireysel kurtuluşta sunulur. Bu nedenle sendika veya iş yeri örgütlenmesi gibi deneyimlerin dışarıda bırakıldığı, hak arama bilincinin yerleşmediği örgütsüz bir kuşak için MESEM ve türevi projelere daha çok ağırlık verilir. Öğrenci-işçiler, iş cinayetlerinde yaşamını yitirirken, patronlar için sadece birer “zayiat”tırlar.
***
Dr. Murat Özveri, Türkiye İşçi Hukuku, E. Ceren Özveri Eğitim ve Dayanışma Vakfı, 2023, s. 410, 143