Fransa’da kapıya kadar getirilen düşman: Faşizm - Nilgün Güngör

Kahverengi veba, faşizm, Avrupa Parlamentosu seçim sonuçları ve parlamentonun feshinden beri Fransa’da işçi ve emekçilerin kapısında. Faşist parti RN’nin (Ulusal Birleşme) bir gün hükümet olma gücüne erişebileceği biliniyordu; yine de işbaşına gelmesini ve kalmasını engellenemez saymak, işçi sınıfının mücadele donanımını, tarihsel toplumsal belleğini gözardı etmek olurdu. Oynanmamış hiçbir maç kaybedilmiş değildir. Fakat artık demek ki sırası gelen onun mücadelesi: Fransızların dediği gibi, 80 yıl sonra yeniden faşizm, ya o, ya biz!

Fransa’da 15 ve 16 Haziran’da sendikaların (CGT, UNSA, Solidaires, CFDT, FSU) ortak çağrısıyla toplam 198 antifaşist gösteri yapıldı. Tekelci burjuvazinin küresel, bölgesel ve ülke çapındaki neoliberal politikaları ile kapıya kadar getirilen faşizme karşı sokaklardaydık. İşçi sınıfını bölmek, silahsızlandırmak, birbirine düşman ederek kirli bayrağını onun da eline tutuşturmak isteyen faşizme, onun yolunu düzleyen neoliberal Macron’a ve tüm sınıf düşmanlarına karşı bir araya geldik. CGT sendikasının verdiği rakamlara göre Paris’te 250 bin, Fransa’da 640 bin kişi eylemlere katıldı.

Sendikaların taşıdığı ortak pankart eyleme çağıran CGT, CFDT, UNSA, Solidaires, FSU imzalıydı. CGT bölük bölük akar, Solidaires kendisini yeniden toparlamış görünürken, CFDT ve FO her zamanki gibi düşük yoğunluklu, dar bir üye yapısına sahip CNT de varlığını alana taşımıştı. Partilerin ve politik grupların kendi pankart ve flamalarıyla katılımı ise daha sınırlı ve kortejlerin arkalarında yer aldı. Çok belirgin olan ise, sonuncusu dahil 1 Mayıs’larda olmadığı kadar liseli ve üniversiteli genç katılımcının varlığıydı. Öğrenciler legal ve yarılegal kimlikleri, maskeleri ile oradaydılar. Neoliberal yıkımı her an yaşayan kamu çalışanları (öğretmenler, sağlıkçılar, belediye, devlet daireleri, sosyal kurumlar, radyo televizyon,…), fabrika işçileri daha az olmakla birlikte mavi yaka işçiler, Filistin davasını savunanlar, Kanaklar (Yeni Kaledonyalılar)… Her yaştan işçiler, emekliler, tekerlekli sandalyeleriyle engelliler, ilkokul öğrencileri, annelerinin veya babalarının göğüslerinde, pusetlerinde taşıdığı bebekler, gösterilere hep kendi sloganını oluşturup gelen “uzun adam”… Kadın hareketleri, ekolojistler, LGBT örgütleri, hayvan hakları savunucuları… faşizmin monolitik, saldırgan, imhacı karakteri karşısında yerlerini aldılar. Faşizme, ırkçılığa karşı sloganların taşındığı geniş pankartların yanı sıra neredeyse her 3 kişiden birinde kendi elleriyle mukavva kutularına kendisi üreterek yazdığı, faşist RN’yi ve Macron’u boğan sloganlar vardı. Baskın olan ise pek çok kişinin giysilerinin, çantasının üzerine yapıştırdığı “Yeni Halk Cephesi” sticker’ları, dövizleriydi.

Hızlanan nabızlar, sokaklar, hazırlanan sandıklar

8-9 Haziran’da yapılan Avrupa Parlamentosu seçimlerinde RN 7 milyon 899 bin oy (yüzde 31,4) alarak birinci parti oldu: Seçim birimlerinin yüzde 93’ünde ilk sıradaydı. 49,5 milyon seçmenin bulunduğu Fransa’da seçimlere katılım oranı yüzde 51,49’du. Fransa Geri Geliyor şiarını kullanan RN en iyi sonuçları Marine Le Pen’in seçim bölgesi olan ülkenin kuzeyinde ve Akdeniz sahillerinin tuzu kuru yerlerinden aldı. Fransa haritası ortadaki Paris bölgesi haricinde neredeyse tamamen faşizmin kapkara rengine boyalı.(1) Azılı göçmen düşmanı Zemmour’un kurduğu Yeniden Fetih partisinin adayı olarak seçime katılan Marion Maréchal’in aldığı yüzde 5,47 oyu da buna eklemek gerekiyor. Alım gücünü yükseltme, emeklilik yaşını düşürme ve göçe son verme, güvenlik sloganlarını gitgide yoksunlaşan işçilere bulaştıran faşist parti istediği konuma bir adım daha yaklaştı. Hepsinin yüzünde o şımarık gülümseme; Z kuşağına tiktok’larla sempatik görünürken karşı protestolara çemkirerek yanıt veriyorlar!

Seçimin açık kaybedeni ise yüzde 14,60 ile Macron’un partisi. İki yıl önceki parlamento seçimlerinde çoğunluğu sağlayamadığından, yüzde 25’den hızlı bir düşüş yaşayacağı zaten belliydi. Yasaları da ya diğer sağ partilerle ittifak yaparak ya da Anayasanın 49.3 maddesinin tanıdığı kararname ile parlamentoda oylatmadan geçirme yetkisini kullanarak çıkarıyordu. Bu darbeleri emeklilik yasası dahil defalarca indirdi (ve Fransa tarihinde en sık ve çok başvuran o oldu). Şimdi faturasını sandıkta çökerek ödüyor -fakat kime karşı!

Seçim sonuçları belli olur olmaz Macron parlamentoyu feshettiğini ve milletvekili seçimlerinin yenileneceğini açıkladı (30 Haziran ve 7 Temmuz). Tabii zaten ipte sallanan meşruiyetini AP seçimleri vesilesiyle iyice kaybettiğini kabullenmekten bahsetmiyoruz! AB içindeki konumu dahil birçok dengeyi bozulması riskine karşı, mali oligarşinin çıkarları doğrultusunda, Macron’un hedefi, muhaliflerini toparlanmaya fırsat bırakmadan avlayarak ikinci tur seçimlerde sol dahil herkesi (onyıllardır olduğu üzere)“aşırı sağ tehlikesine karşı” partisinin arkasında hizalamaktı. Bunun için oy toplaması gerektiğinden “Sizi anlıyorum” şovlarına başladı; yine hızar gibi gelen işsizlik sigortası yasasını ve aylardır Yeni Kaledonya’da eylemlerin konusu olan sömürgeci seçim yasasını askıya aldı.

Macron’un seçim restiyle birlikte faşist parti RN’nin bu defa hükümeti kurma (büyük olasılıkla koalisyonun büyük ortağı pozisyonunda) ihtimali, örgütlü işçi sınıfı, kadınlar, gençlik kesimleri için kalk borusu oldu -Türkiyeli göçmenleri istisnalar haricinde anamıyoruz. Faşist RN hükümetini kapıya getiren, işçi sınıfının kazanımlarının kemirildiği ya da bir yasa darbesiyle elinden alındığı onyılların kitleler üzerindeki etkisiydi. Kitlelerin neoliberal şımarıklık ve gaspçılığa tepkisini suistimal eden RN’nin tırmanışı, politik ve toplumsal alanı derhal hareketlendirdi. Seçim akşamından başlayarak sokağa çıkıldı, toplantılar, refleks gösteriler düzenlendi. RN tehlikesine karşı sendikalardan, çeşitli meslek örgütleri ve kolektiflerden, sanatçı, futbolcu ve diğer mesleklerden toplu ve bireysel açıklamalar yapıldı. Seçimlerde yüzde 13,83 oy alan Sosyalist Parti (2017’deki yeni İş Yasasının suçlusu, Macron’u siyaset arenasına musallat eden, sözde sosyalist parti!), yüzde 9,89 oy alan Boyun Eğmeyen Fransa, yüzde 5,50 oy alan Ekolojistler ile yüzde 2,37 oy alan Fransız Komünist Partisi yıldırım hızıyla bir araya geldiler. Parlamenter solun (onlara parlamento dışından NPA da eklendi) aşağıdan da beslenen beraberliği sonucu 14 Haziran günü itibariyle karşımızda artık “Yeni Halk Cephesi” adıyla bir ittifak, işbaşına geldiğinde uygulanacağı açıklanan bir “Yüz Gün” programı ile “Yeni Halk Cephesi” milletvekili adayları listesi bulunuyordu.

Mızrağın sivri ucu faşist partiye

Fransa’da faşist partiler ve güçler için basında ve siyasette “aşırı sağ” kavramı kullanılıyor. Hiç alışmayacağımız bu kavram yanlıştır. “Aşırı sağ”, belki henüz pek kan akıtmamış, polis ve ordudaki yaygınlığına karşın devletin tepesine yerleşmemiş olması nedeniyle toplumda faşizm’in yerine aşırı sağ terimi kullanılıyor, haberler, pankartlar, irticalen konuşmalar, sol basın böyle diyor. Fakat biz eşyanın adını net koymalıyız. Fransa’yla sınırlı kalmaksızın faşizm’e alternatif isim arayışları -”aşırı sağ”, “otoriterizm”, “totaliterizm”, “popülizm”, “despotizm”, “illiberal demokrasi”, “istibdat” vb.- siyasal bulanıklık yaratacak yaygınlığa erişmiş durumdadır. Bir kavram kullanımı denip geçmemeli, iktidarın sınıf içeriğini ve mücadelenin karakterini zayıflatan, sola da sirayet edebilmiş bu tanımlamayı reddetmeliyiz.

Elbette ki mızrağın sivri ucunun faşist partiye çevrilmesi ve onun demagoji ve hareket serbestliğine izin vermemek başat bir zorunluluktur. İşçi sınıfının elde kalmış kazanımlarına politik-moral bir zaferle daha hoyratça girişmelerini ve siyasal-sınıfsal güç dengelerini alabora edip emekçi sınıfları sindirecek bir başarı kazanmalarını engellemeliyiz. Duruşumuzu seçim sandığıyla kısıtlamıyorsak eğer, sürecin her etabında yapılabileceklerimiz vardır. Sınıf tutumu açısından ayırdedici olan, hem faşist partinin siyasal-moral güçlenişini önlemek hem de işbaşına geldiği takdirde ona karşı direnmenin mevzilerini şimdiden yaratmak, grev, genel grev ve gösterilerle, kazansalar da kaybetseler de hızla yükselen faşizme karşı örgütlenerek bu mücadeleye doğru rengini vermektir. Hiç şüphesiz bu yönde göçmen işçilerin de daha fazla çabası gerekir. (2)

“Yeni Halk Cephesi”...

15 Haziran eyleminde “Yeni Halk Cephesi” sticker, flama ve dövizlerinin yaygınlığı, liselilerin dahi ellerinde, üzerlerinde bulunması, kitlelerin bir sloganı sahiplenmesinde tek yönlü/boyutlu düşünmemek gerektiğini gösteren, anlam çıkarılacak bir deneyim daha olmalı bizler için. 1936 Fransa’sındaki Halk Cephesi’ne atıf yapan bu adlandırmayı -kendi geçmişini çağırmanın kolaylığı ile- Sosyalist Parti kullanmıştı. Eylem boyunca görünen o ki isim derhal benimsenmiş, sokağa, dövizlere, sosyal medyaya... kitlelere taşınmış ve benimsenmiştiı!

1930’lar Avrupa’sında yükselen faşizme karşı işçi sınıfının yüzbinleri içine alan grev ve eylemleri zemininde kurulan Sosyalist Parti hükümetinin Komünist Parti tarafından dışardan desteklenmesi ile 1936’da kurulan Halk Cephesi hükümeti, Fransa işçi sınıfının belleğinde önemli bir yer tutar ve -aynı zamanda Fransa devlet tarihinin de bir parçası olarak- toplumsallaşmıştır. Halk Cephesi döneminde Avrupa’nın mücadele birikimi bakımından en güçlüsü olan Fransız işçi sınıfının elde ettiği önemli kazanımlar, bugün dahi belgesellere, eğitim müfredatına, sözlü tarih anlatımlarına sığmayan bir prestijle anılmasının sebebidir. İşçilerin grev hakkının yasallaşması, toplu sözleşme hakkının tanınması, yılda 15 gün ücretli izin, haftada 40 saat çalışma, ücret zamları, işyeri temsilciliklerinin tanınması, grevcilere karşı misilleme yapılmaması ile bilinir. Oy hakları tanınmasa da üç kadın bakan hükümette yer aldı. Ulusal Tahıl Ofisi kurularak devletin çiftçilerden uygun fiyatla alım yapması, silah sanayiinin devletleştirilmesi, küçük ve orta ölçekli sınai işletmelere borç verilmesi, zorunlu eğitim yaşının 14’e yükseltilmesi, büyük bir imar programının başlatılmasının yanı sıra tüketiciye yük oluşturan bir dolaylı vergi olan satış vergisi kaldırıldı. Faşist örgütler dağıtıldı. Buna karşılık başbakan Leon Blum ve diğer Yahudi bakanlar antisemitik saldırılara maruz kaldı.

Geçmişe marksizm bugüne liberalizm yapmadan (ve bunun gereğini de günümüzde de yerine getirerek) söylersek, Halk Cephesi bir reform hükümetidir. Gelişimi ve sonucuyla birlikte Fransa işçi sınıfı siyasetinde reformcu kalıtların önemli sorumluluğunu taşır. Öte yandan içinde doğduğu koşullar ve işçi sınıfının mücadele gücü, bugünkünden çok farklıdır. Bu yönüyle Yeni Halk Cephesi’nin onun prestijine hayali bir gönderme yaptığını söyleyebiliriz. İttifakın isim babası Sosyalist Parti, Sarkozy’ci neoliberal saldırıyı devam ettirdi, Macron’u burjuva siyasete bakan olarak veren de oydu; eski Cumhurbaşkanı François Hollande’ın -Bu gidişe nasıl kayıtsız kalınabilir” diyerek- Yeni Halk Cephesi’den milletvekili adayı olması hem topluma bir uyarı hem de tekelci burjuvazinin not edeceği bir güvencedir; başbakanlık için SP, patronlarla en uzlaşmacı sendika olan CFDT’nin eski başkanı Laurent Berger’i ortaya attı…

Bugün Yeni Halk Cephesi faşistlerin işbaşına gelmesini istemeyen milyonlarca insan tarafından destekleniyor. İlk 15 günde 20 kopuş eylemi diye adlandırdıkları, gıda, enerji ve akaryakıt fiyatlarının dondurulması, 64 yaşında emeklilik ve işsizlik sigortası yasalarının geri çekilmesi, en düşük emekli maaşının asgari ücret ve en düşük yaşlılık maaşının yoksulluk sınırına çekilmes, asgari ücretin net 1600 euro’ya yükseltilmesi, çırak ve stajyer ödeneklerine zam yapılması, çiftçilere taban fiyat uygulanması ve agroendüstriyel ve alışveriş merkezleri ile hipermarketlerin vergilendirilmesi, konut yardımının yüzde 10 artırılması, Macron’un iptal ettiği, toplu konut kurumları için ayrılan yıllık 1,4 milyar euro ödeneğin yeniden başlatılması, otoyol ve altyapı projelerinin, mega göletlerin ertelenmesi, bütün faaliyetlerde su paylaşımı için paydaşlarla kuralların koyulması, sosyal konut yapımına yeniden başlanması, evsizler için acil barınma mekanlarının oluşturulması, kamu hastanelerinde yaz aylarında yoğunluğu karşılamak için gece çalışması ve hafta sonu çalışması için ücret zammı yapılması, Macron’un “beceri şoku” adı verdiği, öğretmenlerin ise “katliam” dediği -ve aylardır karşısında eylem yaptığı- yoksul öğrencilerin dibe doğru itildiği triyaj uygulamasına son verilmesi, kantin, okul malzemesi, ulaşım, okul sonrası faaliyetlerin ücretsiz olması, mobil yunus polislerin iptal edilmesi, plastik mermi kullanımının yasaklanması, Yeni Kaledonya yasasının geri çekilmesi, uzayda silahsızlanma ve kirlenmeye karşı önlem alınması, feminist diplomasi, Ukrayna ve Avrupa’nın savunulması ve Ukrayna’ya gerekli silahların verilmesi (bu ikisi özellikle Fransız mali oligarşisinin çıkarlarını tanımlar), Gazze’de ateşkes, Netanyahu ile ilişkilerin kesilmesi, Hamas ve İsrail’in tutsakları serbest bırakması, Filistin devletinin tanınması ve İsrail’e silah ambargosu. Bu ilk önlemlerin tamamının kanun hükmünde kararname ile uygulanacağı açıklanıyor. İşçi sınıfının 12 yıldan beri mücadelelerine rağmen yitirdiği mevzilerin 15 günde kazanılacağından söz ediyor. 15 günün bitiminde mecliste olağanüstü oturum yapılarak parlamentonun öneminin yeniden tesis edileceği, eğitim ve sağlık, enerji ve iklim yasası ile finans milyarderlerine karşı önlemler başta olmak üzere ekonomide bir yeniden yapılanmaya girileceği belirtiliyor. Daha sonrasında ise daha temel dönüşümlere geçileceği anlatılıyor.

Görüldüğü üzere kabarık “yapılacak işler listesi” ile Yeni Halk Cephesinin programının kapsamı Macron öncesine dönüş’tür (öyle ki Macron’un işbaşına gelmesinden önce yine 49.3 kararnameleriyle çıkarılan İş Yasasından bahis bile yoktur!)… Hayata geçmesi tamamen sınıflar arası güç dengesinde proletarya eyleminin durumuna, epey uzak durulan grev ve genel grevlere ne kadar başvurulacağına, devrimci bir kaosun yaratılıp yaratılamayacağına, tekelci burjuvazinin bu koşullarda bazı tavizler vermeye razı olup olmayacağına (mali oligarşi bu tavizlere her zamankinden daha uzaktır) bağlıdır. Yeni Halk Cephesi acil ve somut talepleri sıralarken büyük burjuvaziyi, tekel ve holdingleri zaten açıkça hedefe çakmıyor. Bölüşüm eşitsizliklerini vergi politikaları ve kamusal harcamaları artırarak gidermeye çalışmakla sınırlı bir program öneriyor. Sınıf mücadelesinde sertleşme ve kutuplaşma artarken mücadeleyi seçimler ve parlamento ile sınırlandırıyor ve kitlelere umut olarak sadece bunu gösteriyor. Miting ve yürüyüşler de aynı kapsamla sınırlı. Ki tarihsel Halk Cephesi deneyimi de gösteriyor ki iktidar sadece seçimlerle kazanılmadı. Grev, gösteri, barikat çatışmalarında 14 işçi ölmüştü.

Ama elbette ki bunlara geçmeden 30 Haziran-7 Temmuz seçimlerinin sonuçlarını bir görmemiz gerekiyor!

Faşizm sadece göçmen işçilerin değil bütün işçilerin düşmanıdır

Uğranılan hak kayıpları, çalışma ve yaşam koşullarındaki düşüş, sosyal kazanım ve desteklerin bir bir ufalanması, emeklilik yaşının 64’e çıkarılması, emekli maaşı ile geçinmenin gitgide güçleşmesi, bu koşullarda artan suç istatistikleri, özellikle nüfus bakımından çoraklaşan taşra ve kırsal bölgelerde kuşaklar boyu çalışılan fabrika ve işletmelerin kapanması, okulundan postanesine, yaşlı bakım evinden hastanesine kamu hizmetlerinin kapılarına kilit vurulması, kent yaşamının çokyönlülüğü karşısında taşranın, uzak banliyölerin sosyalleşmek için kilise, mikro aile bağları ve kazı kazan oynanan barlara mahkum kalması, faşist partilerin demagojileri için azımsanmayacak bir imkan yaratıyor. Faşist partiler buradan bir dizi gerici çağrışımla dini, kültürel kimlikleri farklı olan göçmenleri, eşcinselleri, kadın özgürlüğünü… hedefe koyup yol alıyorlar.

Faşist propagandanın Fransız işçilerinde, gençlerinde, kadınlarında yaptığı etkiyi ve bunun nasıl giderilebileceğini -Türkiye dahil- “politik doğruculuk” diye gördükleri karşı argümanlarımızla sınırlı kalmaksızın bizzat bu sahanın kendi dilinden ele almak yararlı olacaktır. Bu kapsamda CGT sendikası faşistlerin tüm işçiler bir tehdit olduğunu anlatan 10 maddelik broşüründe şunlara yer veriyor: (3)

“- Faşistler işçiler için prim yerine ücret artışlarını savunduklarını söylüyorlar. Fakat önerdikleri işçilerin sosyal güvenlik katkı paylarının azaltılması ve fazla mesainin vergiden muaf tutulmasından ibaret. Oysa sosyal ücretin azaltılması emeklilik, işsizlik, sosyal güvenlik hesaplamalarında işçilerin aleyhine.

- Faşistler asgari ücretin artırılmasına her zaman karşı durdu. Örneğin asgari ücretin 1.500 euro’ya çıkarılmasını, ücretlerin enflasyona endekslenmesini desteklemediler. 2017’den beri asgari ücretin artırılması konusu bunların seçim vaadlerinden bile kayboldu. 1 Ocak 2023’de Fransa’da işçilerin yüzde 17,3’ü asgari ücret alıyordu -bu 1991’den bu yana en yüksek rakam. Asgari ücretlilerin yüzde 58’i ise kadın.

- Faşistler, çalışmaya erken yaşta başlayan ve ağır ve tehlikeli işlerde çalışanların erken emekli olmasına son verilmesini istiyor. Onlara göre açık veren emeklilik sisteminin düzeltilmesi, doğum oranının artırılması ve ulusun devamlılığı ve “uygarlığımızın aile modelimizle yeni kuşaklara aktarılması” yoluyla olacak. Bu patriarkal söylem kürtaj karşıtlarınınkiyle uyum içinde.

- Faşistler sendikalardan ve işçi temsilcilerinden nefret ederler ve işçi sayısının artırılmasını istemezler. Ucuz işgücünün kendisini savunmasına da. Yabancı işçilerin temsilci olmasını ve temsilci seçimlerinde oy kullanmasını yasaklamak için teklif verdiler. Bunların modeli tarihi korporatizm. Grevleri yasaklamaktan ve sendikalarımıza sürekli saldırmaktan hiç vazgeçmeyecekler.

- Faşistler sınıf ilişkilerini ve sınıf mücadelelerini reddederler. “İşveren ve işçilerin çıkarlarını barıştırmak”tan söz eder, feminizmi “cinsiyetlerin mücadelesi” diye karikatürize eder, kadınların erkeklere karşı mücadelesinin “küçük burjuva” olduğunu söylerler.

- Faşistler her zaman en zenginleri ve sermayeyi desteklerler. Örneğin servet vergisinin yeniden getirilmesine, süper karların vergilendirilmesine, 3 milyon euro üzerindeki gelirlerin vergilendirilmesine, temel ihtiyaç maddelerinin, asgari su harcamalarının ücretsiz olmasına, okulda ücretsiz öğle yemeğine, yoksul öğrencilere okul malzemelerinin ücretsiz sağlanmasına karşı oy vermişlerdir.

- Faşistler sosyal konutlara kesinlikle karşıdırlar! Sosyal konutların azaltılmasını ve belediyelerin en az yüzde 25 sosyal konut harcaması yapma zorunluluğunun kaldırılmasını isterler. Onlara göre konut konusunda da Fransızlara öncelik verilmelidir. Fransız kimliği olsun yeter derler ama öte yandan düşük gelirli, tek ebeveynli ailelerin sosyal konut edinmesi çok zordur. Faşistler parlamentoda kiraların dondurulmasına ve evsizler için barınma yerlerinin artırılmasına da karşı oy verdiler.

- Faşistler, kamu hizmetlerini savunuyor görünseler de aslında kreş ve kantinlerin özelleştirilmesi ve taşerona devredilmesinden, okul fonlarında kesinti yapılmasından, pek çok dayanışma kurumunun ödenek ayrılmayıp kapanmasından yanadırlar. Örneğin parlamentoda itfaiyecilerin sayılarının artırılmasına ve ücretlerine zam yapılmasına karşı oy verdiler.

- Faşistler sosyal güvenliği savunuyor görünür ama patronların sosyal güvenlik açığındaki rolünü söz konusu bile etmezler. Önerdikleri tek şey biyometrik sosyal güvenlik kartı getirmek ve devletin düzensiz göçmen olarak bulunanların sağlık harcamalarını karşılamasına son vermek. (4) Faşistler patronların ve hisse sahiplerinin istihdamı artırmadan ceplerini doldurmasını isterler.

- Faşistler “tembel” ve “asalak” gördükleri işsizler için hiçbir sosyal destek önermezler. Belirli süreli sözleşmeleri üstüste iki defa reddedenlerin işsizlik maaşlarının kesilmesini, Avrupa Birliği dışından gelen yabancıların işsizlik ödeneklerinin daha düşük olmasını savunurlar.

- Faşistler kadın ve erkekler arasında ücret eşitsizliği olduğunu reddederler ve patriarkal bir sistemin de var olmadığını savunurlar.

- Faşistlere göre ‘Fransız ailesi’ çocuklu heteroseksüel bir çiftin evliliğinden oluşur ve sosyal, ahlaki ve ulusal düzenin temel birimidir. Burada çizilen rollere göre kadının rolü annelik ve evde oturan eş olmaktır. ‘Ev kadınlarına gelir’i savunurlar, gerçekte ise burada amaç kadını bu role hapsetmektir.

- Faşistler kadına karşı şiddetle mücadele için bir milyar euro ayrılmasına karşı oy vermiştir.

- Faşistlere göre toplumun bütün kötülüklerinin sorumlusu göç, asalak ve suçlu yurttaşlardır. Zenginlerin ve patronların vergi kaçırmasını asla söz konusu etmezler. Amaçları işçileri bölmektir.

- Faşizm, baskıcı bir devletten daha öte bir şeydir. Polisin sözde ‘meşru müdafaa’sı için ‘öldürme yetkisi’yle şiddet uygulayan devletten yanadır. Kitle gösterilerine, toplantılarına saldıran küçük grupları ise korur ve kollarlar.

Yanlışa düşmeyelim: Faşistler çoğu zaman demagojik, çekici de olabilen bir kisve altında sorun olmayan şeyleri soran gibi gösterir ve çözüm olmayan çözümler önerir.

Yüksek sesle söyleyelim: Faşizm işçilerin, emeklilerin ve işsizlerin taleplerini asla savunmaz, onun tam karşısındadır.

- Faşizm işçilerin can düşmanıdır!”

**

Paris’te yapılacak 2024 Olimpiyatlarından kısa bir süre önce yayına giren “Paris’in Altında” filmi (yönetmen Xavier Gens) kendisini gözlemleyen bilim insanlarını parçalamakla “sabıkalı” Lilith adlı bir köpekbalığının her nasılsa Okyanustan Seine nehrine geçmesini konu ediniyor. Lilith eşeysiz üremektedir. Olimpiyatlara hazırlanan Paris belediyesi yetkililerinin önemsememesi sonucu, Lilith ve yavruları Paris halkına bir felaket yaşatıyor. Bu teknik başarısı (ve tam da Olimpiyatlar öncesi “provokatif” durması) dışında saçma felaket filminde insanlar şimdiye dek hırpaladıkları doğanın kanlı bir tokadını yiyor ve mağlup oluyorlar.

Seine nehrinin altı değilse de üstü köpekbalıkları ile dolmak üzere. Her toplum tecrübesiyle bilir ki faşistlerin işbaşına gelmesinin bir gün sonrası öncekinden farklıdır. Buna izin vermemeli, onları içeri sokmamalıyız!

DİPNOTLAR:

1) Seçim sonuçlarını gösteren harita. Kahverengiye boyalı yerler faşist RN’in kazandığını gösteriyor… https://www.lemonde.fr/les-decodeurs/article/2024/06/09/la-carte-des-resultats-des-elections-europeennes-2024-par-commune-en-france_6238291_4355771.html

2) Geldikleri kültür, mensubu oldukları ulus/din/mezhepten, eskiden mi yeni mi geldiklerinden, hatta orada doğmalarından da bağımsız olarak, göçmenlerin etraflarına dışardan ve içerden örülmek istenen kabuğa uyum göstermemeleri, aralarındaki sınıfsal ayrımların bilinciyle bulundukları ülkenin işçi sınıfıyla ortak mücadele etkileşimi içinde bulunmaları, her koşulda yaşanabilecek sürtüşme ve çatışmaları, karşılıklı bilenmeleri en aza indirmenin tek yoludur. Yerli işçi sınıfına musallat olan faşist, diğer halklara üstten bakan, ayrımcı, ırkçı, şoven milliyetçi, göçmen düşmanı propagandayı tümden engelleyemeyiz ama onun işçi sınıfı ve toplum içinde bu denli etkin olmasının önüne onu yumuşak karnından -”Her ulus iki ulustur; burjuvalar ve proleterler” (Lenin) gerçeğinden- vurarak geçebiliriz.

3) https://www.cgt.fr/actualites/decryptage-extreme-droite/10-points-sur-lesquels-lextreme-droite-releve-de-limposture-sociale

4) Kağıtsız da olsanız sağlık hakkından yararlanmak demokratik bir haktır. Türkiye’de çok göçmenlere karşı insanlık dışı biçimde ele alınan bir konudur bu. Ülkede tesadüfen bulunan bir kişinin dahi sağlık harcamaları da devlet tarafından karşılanması, Fransa’nın dünyada benzeri bulunmayan ileri bir uygulamasıydı. Yeni göç yasasıyla bu hak acil müdahale gereklilikleri dışında kaldırıldı. Hastane işlemlerinde ikametgah belgesi istenmeye başlandı.

Marine Le Pen ve Bardella seçim zaferini kutluyor

1936’da Renault grevi