1 Mayıs, işçi sınıfının taleplerinin diliyle konuştuğu, eski dünyaya karşı yeni dünya ve yaşamın bayraklarının yükseldiği gündür. Proletaryanın birlik, dayanışma ve mücadelesinin! Kıta, ulus, bölge, etnisite, ırk, mezhep, cinsiyet, meslek, sektör, eğitim, yaş, kıdem... bir dizi iç rekabeti ve bölünmüşlüğüyle zayıf düşmüş, bırakalım dayanışmayı birbirini hor görmekle sakatlanmış işçi sınıfı, 1 Mayıs’ta, safları sıklaştırmaya çağrılır. Eylem halindeki kararlı örgütlü çekirdekler etraflarındaki halkaları içe doğru sağlamlaşmaya, dışa doğru etkinleşmeye zorlarlar. Çoğu meslek liseli genç işçiler, tarihin süper insanlar tarafından yapılıp okulda okutulan değil, kitlelerin yaptığı sınıf dersi olduğunu görürler. Kadın işçiler eşit ücret, zaman ve saygı mücadelesiyle 1 Mayıs’ı güçlendirirler. Bireysel bagajlarına neoliberal rekabet öğretisi yüklü son kuşak beyaz yakalılar, “5 yıl sonra kendilerini gördükleri” konum kaybının öfkesiyle safları doldururlar.
1 Mayıs, arkası önü olmayan “senede bir gün” buluşması değil! Tarih denilen şey de sadece dünde yazılan değildir. Bugün mezarda emekliliğin reddi içerisinden geçerek kapitalist çalışmanın, çalışma/serbest zaman ikiliğinin kendisine karşı açılacak bayraktır 1 Mayıs. Yeni bir yaşam’ın adı budur.
1 Mayıs’a yürünerek gelinir
Fransa’da da 1 Mayıs’a mezarda emekliliğe karşı mücadelelerin içinden geliniyor. Macron hükümetinin 16 Mart günü anayasal mermisi 49.3’ü kullanarak parlamentoyu by pass etmesinin ardından bir boşluk oluşmadı. Bir hafta sonra 23 Mart’ta 800.000 kişinin katıldığı eylem şimdiye dek olanların yıldızıydı, bizler ise selin içindeki damlalar!
Böyle olunca çıta yükseldi! 28 Mart ve 6 Nisan’da aynı kitlesellik yakalanamadı ama ülke çapında 1,5-2 milyonu aşkın gösterici yine sokaklardaydı. Tekelci burjuvazinin hükümeti o günden beri hiç huzur görmedi, öyle ki Paris merkezinde geceleri gösteri yapmayı bile yasaklamaya kalktı! Burjuvazi toplam 367 il ve ilçedeki gösterilerde, grevlerde, toplanmayan çöpleri kemiren farelerde, benzin kuyruklarında, uçak iptallerinde, okul işgallerinde, blokajlarda, elektrik ve internet kesintilerinde tokat yedikçe yedi. Yedikçe de sertleşti, polis ve jandarmasını işçilerin, gençlerin üzerine saldı. Polis şiddetini abartmamak için burjuva medyada kullanılan futbol deyimi “şarj”, uygulanan şiddetin yanında gitgide hafif kaldı. Polis saldırganlığı önceki yıllardaki gibi eylemlerin son aşamalarını beklemeyip fırsat bulduğu her ana yayıldı. İşçilerin, gençlerin öfkesinden ise ne Macron’un gözdesi lüks bar ve resto’lar korunabildi, ne emeklilik fonlarına çökmeye hazırlanan Blackrock binası ne de Louis Vuitton markasının merkezi!
Kaybettiğimiz takdirde alınacak darbenin büyüklüğü mücadeleyi diri ve soluklu tutuyor... Dünkü eylemde bir işçi, bir iş arkadaşının emekliliğine 4 ay kala öldüğünden bahsediyordu. Yaşı emekliliğe varamayacak, varsa bile çok az yaşayabilecek olduklarını bilen, özellikle de ağır ve tehlikeli işlerde çalışanlar bu açıkça bir yaşamı savunma mücadelesi. Bir diğer ateşleyen ise işyeri ve sektörel sebepler. Örneğin demiryollarında mücadele bir o kadar da özelleştirmeye karşı veriliyor. Özelleştirmenin, rekabete açılmanın kazanımların, sınıf gücünün kırılması, iş güvenliği ve iş güvencesinin de kaybı demek olduğu bilindiğinden demiryolları son kale gibi yaşıyor çatışmayı. Buna hayat pahalılığına yenik düşen ücretleri de eklemeliyiz. Örneğin eylem haberlerinde en fazla öne çıkan temizlik işçilerinin bir hedefi de ücret zammı. Temizlik işçileri birkaç yerde her gün sabah 5:15’te çöp kamyonlarının çıkmasını engellemek için blokaj yapıyorlar. Geçen yıl ve bu yıl yapılan zamlar çoktan eridi ve yüzde 3 zammı eklesek bile ellerine ancak 1300 euro net geçtiğini söylüyorlar ve bu da insan gibi yaşanacak bir miktar değil.
Ya demokrasi sorunu? “Öldüüüür...” derken kayda alınmış polis görüntüsü bunun son halkası sadece. Hem seçme hem de seçilme hakkının çanına ot tıkayan, öldüren 49.3 dururken başka ne söylenebilir ki? En tuhafı, “demokrasi krizi”, sendikal mücadelenin en güvenilmez aktörü CFDT başkanının ağzından çıktı!
Her şeyi düzlememek ve nüansları görmek açısından, İçişleri Bakanının çatışmalı 23 Mart akşamından sonra koydurduğu gece bir araya gelme yasağını idare mahkemesi iptal etti. Fakat bunlar adı üzerinde nüans ve ancak yapılmışa “Yanlış oldu” demekle kalıyorlar. Keza emeklilik reformunun anayasaya uygunluğunu inceleyen (bugün) Anayasa Konseyi (bizdeki Anayasa Mahkemesinin işlevi) ancak sisteme güvenenler için adres olabilirdi. Ki Macron yasa Anayasa Konseyinden çıkmazsa bile biz yolumuza devam ederiz görüşünde!
Fransa demokrasiyi Avrupa’ya “örnek” biçimde daha da daraltmakla meşgul. 2024 (26 Temmuz- 11 Ağustos) Paris Olimpiyatlarının sancısı devleti şimdiden tutmuş bulunuyor. Avrupa’da ilk kez bu gerekçe ile algoritmik video gözetim uygulanacak. Amaç kamera ve dronların aldığı görüntülerin tehlike potansiyeli taşıyan “olaylara” en hızlı biçimde müdahalesi olarak açıklanıyor. Ancak bu toplanan görüntülerin daha sonra nasıl kullanılacağı ile ilgili şüpheler ortalıkta dolanıyor. Malum, devletlerin eline geçen hiçbir bilgi/veri silinmeyecek, her türden kapitalist ihtiyaca hizmet edecektir!
Kaybetmedik ama kazanmadık da
İşçi sınıfı ister istemez Anayasa Konseyinden çıkacak sonuçla ilgililer. Bazıları için ilgi bir beklentiden kaynaklanıyor. Örneğin CFDT başkanı Anayasa Konseyinden çıkacak sonucu kabul edeceklerini söyledi (ama dün aksini de söyledi)! Fakat kararlı çekirdek için mücadele her koşulda devam edecek.
Bu süreçte sendikalar güç topladılar, yeni üyeler kazandılar. Şimdiye kadar ya bu ölçüde gösterilerde yer almayan üyelerin de varlığıyla ama aynı zamanda da yeni katılımlarla -her ikisini de kortej sayı ve bileşimlerinden anlıyoruz- moraller yükseldi. Sol parti ve örgütler de ajitasyon-propaganda faaliyetlerini genişlettiler. Bu süreçte uzun süredir ilk kez Paris bölgesinin kent merkezinden ibaret olmadığı gerçeğine göre davrandıklarını gördük. Pullamalar, afişlemeler, yerel toplanma ve gösteriler yapıldı. Yerel çekirdeklerin çekimi arttı. Eylemlerde hazır kuvvete dayanmak yerine dışa doğru daha umutlu bir şekilde etkinleşildi. Fransa solunun dar sektlerinin bile hiç olmadığı ve olmayacağı kadar geniş ağ attığına ve malzemelerini çok kişinin taşıdığına tanık olduk!
Yine de bu süreç kararlı çekirdek (ve ona dahil olan ilk halka) haricinde genel toplantılar, buralardan çıkan karar ve çağrılarla anılamıyor. (Bir fark olarak üniversite gençliğinin genel toplantısının yapılacağı duyuruldu). Öncü işçiler, sendika temsilcileri meramlarını anlatmak için Romalı komutanların “Savaşı sürdürmek için kaynak lazımdır” sözlerini tekrarlarken, sendikalar grev kasalarını neden bu kadar etkisiz tutarlar, bizim anlamamız çok güç. Bir yandan bir dayanışma ve örgütlenme aracı fakat grevlerin işçiler açısından sürdürülebilmesi için sendika fonlarından desteklenmeleri şarttır -grev, şüphesiz bir kısıtlılığa dayanır ama “açlık grevi” değildir. Bunların sebebini anlamak için de, duruma etkide bulunmak için de içerden olmak zorunlu.
Fransa solunun yayınlarına bakınca o içerdenliğin de yetmediğini görebiliyoruz. Sürece siyasal olarak güçlü bir liderlik edildiğini söylemek zor... İşçi sınıfı 64 yaşında emekliliğe karşı verili düşünsel/pratik donanım ve araçları ile direniyor. Mücadelenin toplumsallığı azalmıyor, özellikle gençliğin -liselilerin- saflara gelmesi umudu büyütüyor (bu daha çok Paris’e özgü denebilir). Yine de en yaygın sloganlar “kibirli Macron”u hedef almanın ve bölüşümü sorgulamanın ötesine geçmiyor -“Para var / Patronların kasasında!” sloganı ya da servet vergisinin yeniden alınması gibi çağrılar bunlar. Bu tarihsel gelişkinlikte, bu eylem donanımında bir işçi sınıfının, işçi hareketinin daha fazlasına ihtiyacı ve hakkı olduğunu düşünmek “lüks” mü? Ama ısrarla “aşırı sağ” diye sabunlanan Marine Le Pen’in faşist partisinin güç kazanması da bir olgu ve mücadelenin düşünsel sınırları bunun önünü kesemiyor.
Keza bizde çokça çiğnenen yolların benzerlerini burada da görmek mümkün. Kendi örneğimizde sorgulayalı çok olduğundan, algılarımıza çarpmasa anormal olurdu! (“AKP iktidarı oylarını nasıl koruyabiliyor” sorusunun, sorun aşılmış olmasa bile tersten bir eğiticilik taşımasına benzetebiliriz bunu!) Tüm sendikaların yer aldığı bir sendikalar platformu var ve bu platform eylem akşamları kısa bir buluşma yaparak yeni eylemin tarihini duyuruyor. Platformun bir hafta aralıkla eylem çağrıları yapması haklı olarak eleştirilen bir tutum. Ancak ne bu platformu aşan bir zemin yaratılabiliyor ne de zayıflıkları sadece işbirlikçi, bürokratik sendika merkezleri ile açıklamanın üzerine çıkılabiliyor. Sendika patronları, alttan örgütlü ve sürekliliği olan bir zorlanma gelmedikçe mücadelenin tonunu düşük tutup rutinleştiriyorlar.(1) Fakat bunun eleştirisi ile kaldığımızda bundan doğru bir perspektif ve bir öncülük iradesi çıkmıyor...
Bizleri kurtaracak olan kendi kollarımızdır
Emeklilik reformunun Anayasa Konseyinde onaylanması Macron yönetimi için beş yıllık çalışma devresinin seçildikten bir yıl sonra başlaması demek! Bir başka deyişle, bir yıl boyunca istediği hemen hiçbir şeyi yapamamış! Sendikalar ise bu öz gücün anlamı ile değil reformun reddedilmesi beklentisi ile hareket ediyor. Yasanın Anayasaya uygun bulunması son karar demek oluyor -ki öyle oldu, 64 yaşında emeklilik anayasaya uygunmuş... İplerin kopuşunu 1 Mayıs’tan önce göreceğiz!
İster Fransa’daki gibi daralan bir burjuva demokrasisinin içinden geçilsin, ister Türkiye’deki gibi geri tipte, ikinci el bir burjuva demokrasisi ile sistem restore edilmek istensin, mücadele koşulları farklı da olsa kazanmanın anahtarı işçi sınıfının devrimci ideojisi ve siyasetidir. 1968’in sloganı “Bu daha başlangıç mücadeleye devam”, onyıllar sonra yeniden can bulmuştu. Biz ‘tarihin sonu’nu yaşamıyoruz, o burjuvazinin sorunu.
Hepimizi birleştiren, işçi sınıfının öz gücü, yıkıcı ve kurucu kuvvetidir. Enternasyonal marşında söylendiği gibi, “Tanrı, paşa, bey, ağa, sultan / Nasıl bizleri kurtarır / Bizleri kurtaracak olan / Kendi kollarımızdır.”
Yaşasın 1 Mayıs, yaşasın proletarya enternasyonalizmi!
(1) Emeklilik reformuna karşı eylemler sürerken toplanan CGT kongresinde sendika tarihinde ilk kez faaliyet raporu kabul edilmedi ve ilk kez bir kadın sendikacı (felsefe öğretmeni) başkan seçildi. Sanayi işçileri lehine olan iç denge yine kadim fakat farklı bir sınıf (kamu) kesimi yönünde değişti. Çizgisel bir farklılaşma ise görünmedi. Komünist Parti kongresinden çıkan ise Halk Cephesi ezberi oldu...