İşçilerin Yaşamı, Toplumun Sağlığı, Burjuvazinin İse Güvenliği! - Nilgün Güngör

Fransa’da “virüsle birlikte yaşamak” diye paketlenen koşullar yeni bir sürece giriyor. Cumhurbaşkanı Macron 28 Kasım’dan başlayarak kapanma tedbirlerinin kademeli olarak hafifletileceğini açıkladı.

Buna göre yanında belge taşıma zorunluluğu devam etmekle birlikte gezinti ve sportif amaçlı olarak evden 20 kilometre uzaklaşılabiliyor, ev dışında 3 saat kalınabiliyor. Dükkanlar ve hipermarketlerin zorunlu ihtiyaçlar dışındaki bölümleri açıldı. 30 kişiyi aşmamak üzere ibadet yerleri de. 15 Aralık’ta sinema, tiyatro ve müzeler açılacak, kapanma tedbirleri kaldırılacak ve yerine 21:00-07:00 arası sokağa çıkma yasağı koyulacak. 20 Ocak’ta vaka sayısı 5000’in altına düştüğü takdirde spor tesisleri ve lokantalar açılacak. Bunu iki hafta sonra üniversiteler izleyecek. Vaka sayısı 5.000’e, yoğun bakımdaki hastalar 2.000-3.000’e indirilirse yeni etaba geçilecek.

Macron’un ulusa sesleniş konuşması için anket kuruluşları 29 milyon kişi tarafından izlendi dediler. Bir haftadır davulu çalınan, içeriği de önden duyurulmuş bir metnin sunumu için fazlasıyla iyi bir rating! Tekelci burjuvazi başta olmak üzere patronlar rahatladı. Patronlar örgütü MEDEF başkanı bu gidişle belki Noel’i bile kurtarmayı umduklarını söyledi. Başbakan Castex’in ek açıklamalarıyla aile bireyleri, arkadaşlar, uzak-yakın akrabalar Noel ve yeni yıl hediyelerini, seyahatlerini hazırlamaya başlayabilir, tüketim kanallarını canlandırabilir!

Zaten Macron’un konuşma yaptığı sırada Fransa’da vaka sayıları 20.000’den 10.000’e doğru seyrediyordu. Kapitalist hükümetin politikası vakaları bitirmek, toplum sağlığını güvence altına almak değil, hastanelerin aşırı dolmasına yol açmadan kontrollü sürü bağışıklığı politikasını sürdürmekti.

Sonuç veren çabalar!

Yeni etaba geçiş “Çabalarımız sonuç verdi” diye gerekçelendiriliyor. Ne sonuç ama! Fransa, 52.000’i aşkın ölüm sayıları ile dünyada dördüncü -dördüncülüğü ara ara kaptırdığı Rusya, Fransa’nın iki katından fazla nüfusa sahip. Bu uğursuz listeye göre daha geçen gün 592 kişi covid-19 sebebiyle yaşamını yitirdi. Fransa’da 7 Kasim’da günlük vaka sayısı 60.000’i buldu -7 Kasım’a ilişkin 88.000 rakamı veren sayaçlar da var... İnsan canının kapitalist mantıkla ne kadar kolay feda edilebildiğini bir kez daha gördüğümüz bu aylarda ne anlamlı bir çabadan ne de anlamlı bir sonuçtan bahsedilebilir. Tek fark dünya ölçeğindeki aşı geliştirme çalışmalarında ilerleme sağlanmış olması. Macron’un açıklamasına göre yıl sonundan itibaren aşı kampanyasının başlayacak -ama aşı zorunlu olmayacak.

Dünya çapında 63 milyon hasta, 1,5 milyona yakın ölüm, kurutulmuş sosyal yaşam, zamlarla birlikte temel gıdaya erişimin bile gitgide zorlaşması, artan mutlak yoksullaşma, işsizlik ve belirsizlikle geçen çalınmış bir yılın sonuna geliyoruz. Fransa’nın siyasal toplumsal dengeleri ölüm ve vaka sayılarının öğrenilmesi konusunda (virüsün varlığının gizlendiği ilk 3 aylık başlangıç etabından sonra) bir boşluğa imkan vermedi. Gerek ülke çapında gerekse de il, ilçe ve daha küçük birimlerde covid 19’dan dolayı ne kadar kayıp verildiği, hastane, huzurevi ve bakımevlerinde, reanimasyon servislerinde tedavi görenlerin ve toplamda vakaların sayısı öğrenilebiliyor. Bilgi edinmek için kabaca sansürü delmek, hükümet, bakanlık vb. duvarlarına çarpmaktan başka engeller var! Yine de bu nisbi farkın varlığı yalnızca gerçek bir çözüm için mücadele ihtiyacını büyütüyor.

Covid meslek hastalığı olarak kabul edildi

Peki ama kapitalist sağlık ve pandemi politikasının kurbanları, covid’den yaşamını yitirenler birer sayı olmaktan çıkabiliyorlar mı? İsimlerini, nerede yaşayıp çalıştıklarını, hastalığı nereden kapmış olabileceklerini ve yeterince tedbir alınıp alınmadığını öğrenebiliyor muyuz? Hayır... Majestelerinin medyası tek bir formda çıkmaz karşımıza. Aşırı merkezileşmiş burjuva medyada sınıfsal toplumsal haberler kolaylıkla asayiş sütununa indirgenmiştir -basın özgürlüğü alanındaki tarihsel birikim ancak aktüel fiili mücadelelerle birleştiği oranda bu perde yırtılabilir. Öte yandan muhalif sol ve sendikal yayın mecralarında da sürecin başlangıcında kısmen olduğu gibi isim, işyeri vb açıklamalarıyla karşılaşılmıyor. Bilgiler çoğu kez yakın çevreyle, örneğin göçmenler söz konusu olduğunda etnisite, mezhep vb. temelli cemaat, dernek ve bunlarla iç içe geçmiş siyasi bağlarla sınırlı kalıyor.

Bunu aşabilen az sayıdaki durumlardan biri, sağlık çalışanlarının mücadele alanlarındaki etkinliği ve sahip oldukları örgütlülük. Hastanelerde, huzurevi ve bakımevlerinde çalışan sağlıkçılar, özellikle de hemşireler öfkenin bayrağını taşıyorlar. Türkiye’de de sağlık işçileri her gün yeni kayıplar veriyor. Dünya çapında 7.000’den fazla sağlık işçisi covid’den öldü. Covid’in meslek hastalığı kabul edilmesi, öne çıkan taleplerinden biri olmaya devam ediyor.

Fransa’da bu konuda bir kazanım elde edildi. Sağlık işçileri, hastane çalışanları ve serbest çalışan sağlıkçılar, evde ya da huzurevinde görev yapanlar için covid meslek hastalığı olarak kabul edildi. Bir şartla: Hastalığı şiddetli geçirmeleri, yani oksijen tedavisine ihtiyaç duymuş olmaları. Bu durumda sağlık masrafları % 100 oranında karşılanacak ve geçici ve kalıcı sakatlık halinde tazminattan faydalanacaklar. Ölüm halinde varislerine ömür boyu maaş bağlanacak. Yoğun bakıma ihtiyaç duymadan hastalığı atlatanların ise -sağlık çalışanı olsun olmasın- heyet muayenesinden geçmeleri gerekecek. Heyetin onaylaması halinde patoloji ile çalışma koşulları arasındaki bağlantı belirlenmiş olacak. İşyerine ilişkin de soruşturma yapılabilecek. Hastalığı bir kez geçirmiş olanların ikinci kez pozitif çıkması ve daha sonraki yıllara devredebilecek akciğer, nörolojik ve başka etkilerinin varlığı düşünüldüğünde bu ikinci kategori için durum daha riskli. Tabii bütün bunlara pandemi sürecinde kapanmanın, hastalanmanın, bundan dolayı dışlanmanın, sosyal bağlarını eski biçimiyle sürdürememenin, yakınlarını covid’den ötürü kaybetmenin... toplumun ruh sağlığı üzerindeki etkilerini eklemek gerekiyor.

Çalışma koşullarının covid’e davetiye çıkarmasının sınırı yok. ABD’de 1 milyon çocuğun covid’e yakalandığı açıklandı. Fransa’da da virüs kreşler, anaokulları, ilkokul, ortaokul ve liselerde öğretmen, eğitmen ve çocukların arasında serbestçe dolaşıyor. Öğretmenler bu sebeple greve gittiler, lise öğrencileri de boykot kararı aldı, sokak protestoları yaptı ve polis tarafından gazlandı. Böylelikle öğretmen, öğrenci ve velilerin ortak talebi olan sınıf mevcutlarının yarıya düşürülmesi kabul edildi.

Hastalıkla işsizlik arasında

Covid’den en fazla etkilenen ülkelerden Fransa’da tekelci burjuvazi bu süreçte sadece sürü bağışıklığını uygulamakla kalmadı. Mart 2020’ye kadar işçi mücadelelerinin konusu olan ve bir süre askıya alınan mezarda emeklilik yasası, işçi hareketinin duraklamasıyla kolaylıkla geçirildi. Covid 19 kaynaklı ölümler, huzurevlerinde yaşayanlar hariç büyük oranda işçi ve emekçiler içinde yaşandı. İşyeri kapananlar Ağustos’a kadar kısmi işsizlik ödeneği aldılar -yeni etaba ilişkin olarak da mevsimlik ve taşeron işçilere aylık 900 euro ödeme yapılacağı açıklandı. İşçiler işyerinin kapanması ile hastalığa yakalanma arasındaki kıskaçta can güvenliklerinin, sağlıklarının elden gitmesine ve çalışma koşullarının ağırlaştırılmasına karşı etkili olamadılar. Kamu sektöründe ve büyük sanayide örgütlü sendikalar, öncü işçiler olsa da covid 19’a karşı mücadele sınıfın ağırlıklı bölümünde ve toplumsal düzeyde fiilileşemedi. Güvencesizliğin ve işsizliğin yaygınlığı, büyük sayıda işyerinin kapanması, Bridgestone, Danone, General Electric, Renault, IBM, Total, Airbus... fabrikalarında ardı ardına açıklanan işçi çıkarma kararları, çalışma koşullarının ağırlaştırılması, örgütlü kesimlerde hareketlenme yaratıyor.

İşçi çıkarma kararları yalnızca patronların hep ağlayarak söylediği gibi talep ve siparişlerdeki azalmaya dayanmıyor. Aynı zamanda hızlandırılmış yeniden yapılanma ve üretim/istihdam organizasyonları ile birlikte gündeme geliyor. Uzaktan çalışma, uzaktan kontrol ve denetim sistemleri, e-ticaret hacminin büyümesi (ve bu geçişin tüketimde yarattığı daha kalıcı etkiler), tarımdan inşaata, imalat sanayiinden sağlık alanına, perakende ticaret ve hizmetlere bir dizi alanda yazılımların artan kullanımı ile insan gücünün en ağır biçimlerde sömürülmesi iç içe gidiyor. Bütün üretim dallarını ve sermaye kesimlerini kesen bu akışkan sürece karşı solun ve işçi hareketinin kadim gelenekleri ulusal sermaye/uluslararası sermaye karşılaştırmasına başvuruyorlar. Bridgestone’un fabrika kapatması, Amazon’un Fransa’daki e-ticaret içindeki hızla artan payı, Blackrock’un emeklilik fonlarının etrafında dönmesi, son yılların içe kapanmacı rüzgarlarıyla sınırlı olmaksızın “yerli ve millici” bir tepki yaratıyor. Macron’u Amazon’un suç ortağı olmakla suçlayan afişleri her mahallede görebilirsiniz. Operasyonlarını, pazar payını, antrepolarını sayıca artırmakla kalmayan, aynı zamanda işçi yerine robot, teslimatta drone kullanımına geçen, işçileri robotlarla yarıştıran Amazon’a, bulut teknolojisini kullanan IBM’e olan tepki bu paydadan da gelişiyor. Bununla sınırlı değil elbette. Şehir içindeki hastaneler sağlık işçilerinin tepkilerine rağmen kapatılırken 2024’te açılmak üzere Paris’in güney banliyölerindeki silikon vadisinde yüksek teknoloji kullanılan bir “şehir hastanesi” kuruluyor.

İşsizliğin böyle derinleşen dipsiz kuyusu covid’i unutturuyor.

Kutuplaştıkça patlar

Dünyanın her yerinde olduğu gibi Fransa’da da pandemi süreci toplumsal sınıfsal kutuplaşmayı artırdı. İşsizlik ve yoksulluk derinleşti. İşsizlik oranı Paris’in ve Fransa’nın bazı bölgelerinde % 15,6’yı geçti. Artık 10 milyon kişi yoksul kabul ediliyor ve bu asgari geçim imkanlarına da sahip olmayan mutlak yoksulluk sınırlarında. Gıda yardımına başvuranların sayısı 5 milyondan 8 milyona çıktı. Buna karşılık tekelci burjuvazinin devleti kısmi işsizlik ödeneği, en yoksul durumda olanlara 150 euro ödeme ve sağlık çalışanlarına 6 ay arayla kısmi bir ücret artışı ile durumu kurtarmayı başardı.

Sınıfsal toplumsal kutuplaşma sosyal patlama beklentisini de büyütüyor. Son yapılan anketler yaşam ve çalışma koşulları gitgide bozulan emekçi sınıflardaki huzursuzluğu kendisini daha belirgin göstermeye başladı. Bu durum, sınıfsal karşıtlığı perdeleyen ulusal, dini, kültürel ve diğer tutkalların kullanılmasına, bölgesel hegemonya mücadele ve saflaşmalarının iç politikaya ve gündelik yaşama taşınmasına yol açıyor. Baskı ve zorun kullanımı, polis başta olmak üzere devlet ve toplum içerisindeki ırkçı yoğunlaşma, bu yolla daha kolay ve pervasızca gelişiyor. Son 4-5 yıldır daha da koyulaşan ırkçı yığınak kendisini gizlemeye ihtiyaç duymuyor; artık açık oynama zamanı!

Karşı yönde ise göçmen (işçiler) içerisinde sınıfsal karşıtlık zemininde bir birlik ve dayanışmanın olmayışı, aksine kendi dinsel, ulusal, kültürel tutkallarının etkinliği, bölgesel savaş ve çatışmaların uzantısı olarak artan içe kapalılık, içerden bir sabite oluşturuyor. En temelde “dünya üzerinde cennetin yaratılması için ezilen sınıfın gerçek manada devrimci mücadelesinde gerçekleşecek birlik” ihtiyacı büyüyor.

Burjuvazinin artan sosyal patlama riskine karşı güvenliğini sağlama güdüsü, işçi ve emekçilerin, toplumun ve bireylerin özgürlük sınırlarını daraltmaya, hareketlerini daha etkin izleme ve fişlemeye yöneldi. Banliyöleri daha sıkı tutmaya başladı. Ön alma amaçlı hazırlanan Genel Güvenlik Yasası en geniş demokratik kamuoyunun tepkisi ile karşılandı. Başbakanın “mükemmel” olarak nitelediği yasa fotoğraf, gösterilerde film ve videolarının çekilmesini engelleyerek polis şiddetini pervasızlaştırmayı hedefliyor. Buna karşılık devlet drone ve diğer geliştirilmiş araçlarla çekim yapabilecek. Öğrenci boykotlarına karşı “öğrenim özgürlüğünü engellemek”ten 45.000 euro ve 3 yıl hapis cezası ve akademik özgürlüklerin kısıtlanması amaçlanıyor. Polis şiddetinin daha yasa çıkmadan vardığı yer, sokakta barınmak zorunda kalan göçmenlerin, siyah müzik yapımcısı Michel Zecler’in kendi işyerinde coplanması öfkeyi büyüttü. Fransa çapındaki Cumartesi gösterilerinin ikincisinde 300.000’den fazla kişi bir araya geldi. Turistik güneydoğu ucu hariç Fransa haritasının neredeyse tamamı eylemlerle kaplandı. 24. madde başta olmak üzere yasanın geri çekilmesi, Paris emniyet müdürünün, İçişleri Bakanının istifası talepleri kararlı kitle şiddetiyle sokaklara yazıldı. Toplumsal ve bireysel özgürlüklere dönük bu saldırılar parlamentoda 24. maddeye evet oyu verenlerin isimleri ile İçişleri Bakanının adı Fransa tarihindeki lanetli Vichy hükümeti ile birlikte anılıyor. Nitekim Liberation gazetesi polislerin % 54’ünün ve askerlerin % 41’inin faşist Le Pen’in partisine oy verdiğini, bu oranın polisler için alt kademede % 67’yi bulduğunu yazdı.

***

Sağlık krizi toplumsal krize evrilmişken bunun siyasal sonuçları da yüzeye çıkıyor. Pandemi süreci işçi sınıfını, kitle hareketini etkiledi. Ama burjuva devletin sağlık krizini yönetemediği, bilinçli olarak da yönetmediği görülüyor. Bu sonuçlar üzerinden güven sağlamak bir yana baskı, zor ve kaba zihin bulandırma aygıtına daha fazla başvurmak zorunda kalıyor. Tarihsel temel özgürlükleri hedef alıyor. Fakat kitle hareketinde büyük kesintilerin olmaması, taleplerin toplumsal siyasal kapsayıcılığı, ısrarlılık sayesinde kazanımlar da elde edilebiliyor. Yaşamın hücreleştirilmesine izin verilmeyecek.

Ek: Görüntü alınmasını engelleyerek basın özgürlüğü ve can güvenliğini yok eden 24. madde geri çekildi.

İçişleri Bakanı Dermanin Sarkozy'yle birlikte...