Sosyal Yaşam Söndürülebilir, Çalışma İse Asla! - Nilgün Güngör

İnsanların rakamlara indirgendiği Covid-19 sayacı, Fransa’nın vaka sayısında dünyada altıncı, Avrupa’da birinci sırada olduğunu gösteriyor. Şimdiye dek 34.237 kişinin yaşamını yitirdiği Fransa’da toplam vakalar 1 milyonu aştı ve bunların üçte birinden fazlası son 3 haftaya ait. Sert ve hızla yükselen ikinci dalganın içindeyiz artık. Hastanelerin reanimasyon servisleri % 30’luk doluluk eşiğini çoktan aştı -başkentin emekçi sınıfların yaşadığı yoksul bölgelerinde % 80’e ulaştı. Dünyada ise vaka sayıları 41,7 milyonu, yaşamını yitirenler 1.138.000 kişiyi aşmış durumda.

8 aydır dünyanın her yerinde her akşam istesek de istemesek de Covid-19 vaka sayılarına bakıyoruz. Fransa’da ekonomik kriz zaten görülür bir şiddetle yaşanır, çalışma ve yaşam koşulları ağırlaştırılarak işçi ve emekçilerin sırtına yıkılırken girilen Covid-19 tünelinden çıkış için işaret edilen tek şey, aşı ve ilacın bulunuşu.(1) Vaka sayılarının son ay ve günlerde füze gibi fırlaması karşısında bulunabilen (ve başka ülkeler tarafından da uygulanmaya başlanan) çare, sağlık alanında ilan edilen olağanüstü hal çerçevesinde başkent Paris başta olmak üzere 9 büyük kentte (Grenoble, Lille, Lyon, Aix-Marseille, Saint-Etienne, Rouen, Montpellier ve Toulouse) akşam saat 21:00 ile sabah 6:00 arasında sokağa çıkma yasağı kararı almak ve evde ve sokakta, kafe ve lokantalarda bir araya gelişleri 6 kişi ile sınırlamak oldu. Günlük vaka sayısının 41.000’i aşması üzerine sokağa çıkma yasağı uygulanacak yerleşim merkezleri 56’ya çıkarıldı. Yanında belge olmadan bu saatlerde sokakta olmanın cezası 135 euro’dan başlıyor (ikincide 1500 euro, üçüncüde ise 6 ay hapis). Yasak kapsamına artık 46 milyon kişi giriyor ki buralar, iç ve dış etkileşimi yoğun olan merkezler. Fransa’da Cezayir bağımsızlık savaşı (1961) ve 2005 banliyö isyanlarından bu yana (çok lokal bir iki uygulama dışında) ilk kez bir sokağa çıkma yasağı yaşanıyor. Polisin hiç eksilmeyen “Yetkimiz yetersiz” basıncı bu süreçte baskıların hem artacağını, hem de hedefsizleşeceğini gösteriyor.

Akşam 21.00 gibi erken bir saatte başlayan sokağa çıkma yasağının başta gelen istisnası, çalışmak. Onu seyahat, sağlık, bir yakınına yardım, köpek gezdirme gibi gerekçeler izliyor. 6 haftaya çıkarılan yasak, emekçi sınıfın “evden işe işten eve” hayat tarzını bir nebze çekilir hale getiren toplumsallaşmayı, bütün bir araya gelişleri hedefe çaktı. 17 Ekim Cuma akşamı başlayan uygulama, şimdiden hoşnutsuzluk biriktiriyor. Bu sonu görünmeyen, çekilmez belirsizlikte evlerde, partilerde, sokak ve kafelerde bir araya gelen, haliyle de maske ve mesafe tedbirlerini ihmal eden ve virüsü birbirlerine taşıyanların sayısı gözle görülür biçimde arttı. Fakat ondan çok daha gerçek olup adı bile anılmayan, işyerlerinin, üretim ve dağıtım ağlarının, işe gidip gelmek için tıklım tıkış kullanılan metro ve diğer toplu taşıma araçlarının virüsün temel başta gelen yayılma yerlerinden olduğu. İşyerleri ve okullardaki bir araya geliş, virüsün yayılmasında % 60 oranında yer tutuyor. Keza, sürekli çocuklarla yüz yüze bulunan okullar, öğretmenler ile ağır iş yükünü iş güvenliği gerekleri çiğnetilerek omuzlamak zorunda olan hastaneler, sağlık çalışanları da Covid-19’un en kolay yerleşebildiği yer konumunda.

“Sürü bağışıklığı”: “Ahlak dışı” ama işe yarıyor!

“Siyaset, yoğunlaşmış ekonomidir.” Tekelci kapitalizmin Covid-19 karşısında uyguladığı politika bu özlü tanımı bir kez daha doğruluyor. Vakaların % 60’ı sabah 6 ile akşam 9 arasında gerçekleşirken sokağa çıkma yasağı saatleri bunun tam tersiydi. Çünkü ne olursa olsun “üretim durmamalı”ydı. Gündüzleri, birçoğu için haftada 6 gün çalışılmalı, iş çıkışı ya da online alışveriş yapıp eve kapanılmalıydı. Gece işe gidecekler için izin belgeleri, aplikasyonları hazırdı. Yaşamayı kapitalist çalışmaya indirgeyen bu söylem altında fabrikalar, işletmeler, üretim ve dağıtım ağları sağlıksız koşullarda işlemeye devam etti. Pratik arka planı da bulunan uzaktan çalışma gibi formüller uygulandı. Durması, en iyi ihtimalle seyrelmesi gereken ise toplumsallaşma biçimleriydi. Neoliberal kapitalizmin “sürü bağışıklığı” politikası, önceleri sıkça cümle içinde kullanılarak, sonra bazı ülkelerde (İsveç gibi) sonuç verdiği temelsiz propagandasını yaparak, ama esasta düpedüz uygulanarak topluma yedirildi. Macron, “ulusa sesleniş” işlevli son röportajında buna “virüsle birlikte yaşamayı öğrenmek” dedi.

Aylar içinde hastalığın hangi demografik gruplarda etkili olduğu belirginleştikçe işler burjuvazi için daha da kolaylaştı. Okulda, işyerinde, toplu taşımada, sık buluşmalarda gençler ve küçük çocuklar hastalığı kolay kapıyor ama aynı kolaylıkla atlatabiliyorlar. Fransa’da bu ikinci yükseliş döneminde Covid-19’a yakalanma yaşı 20-40 aralığına kaydı. Yaşlıları eve kapanan Türkiye’de de uzun süredir 20-40 yaş aralığındaki çalışanlar birinci hedef durumunda.

Yoğun fiziki efor gerektiren spor sektörü bu realitenin bir örneği. Paris Saint Germain futbol takımında Covid-19’a yakalanan futbolcular hastalığı atlattı. Eylül ayında pozitif çıkan Neymar karantina döneminden sonra Ekim başında sahada gollerini sıraladı... O zaman sorun ne? “Maske ve sosyal mesafe kuralını ihmal eden gençler” eğer okula ve işe gidiyorlarsa önlerini açmak, iş dışı zamanlardaki bir araya gelişlere de parmak sallamak gerekiyor! Kapitalist tekellerin devleti diyor ki, sosyal hayat söndürülebilir, çalışma ise asla! En yakın arkadaşlarınızla, uzak yakın tanıdıklarınızla bir araya gelmeyin, sinemaya, tiyatroya gitmeyin, etkinliklerden uzak durun. Bunların hepsinden vazgeçilebilir ama ekonominin çarkları ne olursa olsun dönmelidir!

Kimin için, ne için, hangi amaçla üretim? Kapitalist hükümetlerin pandemi koşullarında buna verdiği yanıt sermaye ve kar mekanizmalarının sürdürülmesi ve toplum sağlığını hiçe sayma olunca geriye ne kalıyor? “Sürü bağışıklığı” politikasının açık örtük uygulanması! Emekçi sınıflara işsizlik, düşük ücret, kira ve faturaları ödeyememe, aç kalma tehdidiyle kabul ettirilmesi. İşçi sınıfının çıkış yolları birleşen farklı bölükleri (uzaktan çalışan/işe gitmek zorunda olan, sağlık ve dağıtım gibi çok temaslı işlerde çalışan/bir ofiste birkaç kişi ile birlikte bulunan, vb.) arasında birlik ve dayanışmanın örülmesindeki güçlüklere, daha temel olarak “aktif nüfus”/”aktif olmayan nüfus” ayrımı ekleniyor. Aktif nüfus, her gün işe (ve okula) gitmek zorunda. Aktif olmayan 65 yaş üstü nüfus ile risk grubundakiler, kalp, akciğer, şeker hastalığı, romatizma, kolesterol, kronik böbrek ve karaciğer yetmezliği (diyaliz ve siroz), kemoterapi tedavisi nedeniyle bağışıklık sistemi zayıf düşen kanser hastaları. 67 milyonu aşkın Fransa nüfusunun % 19,6’sı, 65 yaş üstü insanlardan oluşuyor. Yani sadece 65 yaş üstünü düşündüğümüzde bile otomatikman her 5 kişiden birini söz konusu etmiş oluyoruz. Risk grubunda bulunan kronik hastaları da buna eklemeliyiz. Toplumsal demografik bir karşılaştırma yapmak açısından, Türkiye’de (nüfus hızla yaşlanmakla birlikte) 65 yaş üstü nüfusun oranı yüzde 9,1’dir. Fransa’da Covid-19 ölümlerin üçte biri huzurevi ve yaşlı bakım merkezlerinde kaydedilmiştir. 2015 yılı itibariyle buralarda yaşayanların sayısı 728.000’di. Burjuvazinin yoğunlaşmış ekonomi olan pandemi politikası, nüfusun beşte birinden çok daha fazlasını bireysel sorumluluk ve kendini koruma adı altında Covid-19’a terketmekten başka bir şey değildir.

“Teknokrat akademi sorunlara sınıfsal perspektifle yaklaşmamakta, sağlıktaki eşitsizlikleri de, COVID-19 ve ona bağlı ölümleri de farklı nedenlerle açıklamaya girişmektedir (Binbay ve Belek, 2020). Örneğin ileri yaş, vücut kitle indeksinin yüksekliği, immünosüpresyon, sigara içme, hipertansiyon, kardiyovasküler hastalıkların varlığı, laboratuar bulguları, hatta kan grubu bile COVID-19 nedenli ölüm riskini artıran altta yatan durumlar olarak çok fazla çalışmada ortaya konulur iken, hastalığın toplumsal boyutunu ve toplumsal/sınıfsal eşitsizliğin COVID-19 üzerindeki etkisini araştıran çalışma yok denecek kadar azdır. Pubmed’de yer alan Ocak 2020’den bugüne kadar COVID-19 ile ilgili yapılan dolaylı ve doğrudan çalışma sayısı 45 bin iken, toplumsal eşitsizlik ve COVID-19 arası ilişkiyi araştıran dolaylı ve doğrudan çalışma sayısı sadece 342’dir (% 0.7). Daha kötüsü bu çalışmaların da az bir kısmı bizlere sınıfsal eşitsizlik hakkında geniş bilgiler vermektedir.” (TTB’nin Covid-19 raporundan, abç)

Sağlık krizinin ekonomik krizi şiddetlendirmesini, onun da yıkıcı bir toplumsal krize evrilmesini içinden yaşıyoruz. Bir yanda hastalığa karşı korunmasızlığın, diğer yanda işsizlik ve sosyal yoksunlukların de sırtımıza yıkıldığı bu ağır tablo tersine çevrilmek, kapitalist sisteme iade edilmek zorunda. 8 ay boyunca her ay 4.000 kişi gözümüzün önünde bilerek ölüme gönderildi! Bu, topluma karşı işlenmiş ağır bir suçtur. Dünya Sağlık Örgütü Genel Direktörü Dr. Tedros Adhanom Ghebreyesus geçtiğimiz günlerde “sürü bağışıklığı” politikasını “ahlak dışı” olarak nitelendirdi. Sürü bağışıklığının insanları virüse maruz bırakarak değil, aşılama yoluyla sağlanacağını söyleyerek, “Tam olarak anlamadığımız tehlikeli bir virüsün serbestçe dolaşmasına izin vermek tamamen ahlak dışıdır. Bu bir seçenek değil” dedi. Tarihte hiçbir salgında strateji olarak sürü bağışıklığı kullanılmadığını ekledi. Bu krizde payı hiç de az olmayan Dünya Sağlık Örgütü’nün bu açıklaması, yine de doğru bir yargılamayı ifade ediyor. Ondan çıkan tek sonuç ise başlangıcından itibaren toplumu pandemi hakkında aydınlatma, virüsün yayılmasını önleyici tedbirleri alma konusunda tam bir kıyıcılık sergileyen burjuvazi ve kurumlarının hesap vermesidir.

Sorunun kaynağından çözüm beklenemez

Virüsün yayılmasının önünü en etkin biçimde kesebilecek olan, toplumsal açıdan gerekli olmayan bütün üretimin durdurulması talebi ancak ve yalnızca işçi sınıfı tarafından yükseltilebilir.(2) İş güvenliği tedbirleri alınmazsa çalışmama yönlü sınıf basıncı Renault, PSA, Michelin, 48.000 işçinin çalıştığı Airbus gibi fabrikalarda Mart ayında etkili olmuş ve üretim durdurulmuştu. Fakat işsizlik ve işsiz kalma korkusu yaygınlaştıkça, bu konudaki zaten cılız olan talepler de duyulmaz oldu. Daha birçoğu için (Bridgestone, Nokia gibi) patronların kapatma kararı verildiği ya da vereceği söyleniyor ve bu tabii yan sanayiyi de etkileyecek. Son aylarda yapılan fabrika çıkışlı eylemlerin tamamı işyeri kapatmalarla ilgili. İşçi sınıfı, işsiz kalma ve düşük yardımlarla yetinme tehdidiyle rehin alınarak, artan hastalanma riskine karşın çalışmaya mahkum ediliyor.

Sağlık krizinin tam ortasından bir kolektif sınıfsal-toplumsal mücadele yolunu açmak, burjuvazinin itmek istediği bireysel düşünüş ve duruma çaresizce uyum halini aşmak, işsizlik/hastalık ikilemini tersine çevirmek işçi sınıfına ve onun ileri bölüklerine düşüyor. Asıl risk oluşturan toplu işe gidiş gelişler, çalışma saatleri iken, üretim alanlarında, okullarda virüs yayılmaya devam ederken kapitalistlerin aldıkları önlemlerin salgını önleyemeyeceği açık. Sorunun kaynağı ve nedeni olanlardan sorunun çözümü beklenemez. Emekçi sınıflar için tehdit büyüyerek sürüyor. Kendi savunma hattımızı kurmak emekçi yaşamını korumak için zorunlu hale gelmiştir. Fabrika ve işyerlerinde, salgına karşı işçi sağlığı ve iş güvenliği komite ve meclisleri örgütlemeliyiz. Toplu ulaşım, toplu çalışma ortamları, yeterli havalandırma, maske ve hijyenin sağlanmamasına karşı kontrol ve denetimi gerçekleştirmek için, pozitif vakalar çıktığında fiilen üretimi durdurmak... İşkolu ve bölge düzeyinde, okullarda, emekçi semtlerinde oluşan meclis ve forumları zor zamanların dayanışma ağlarını yeniden canlandırmaya ihtiyacımız var.

Yaşamsal/toplumsal açıdan gerekli olmayan bütün alanlarda üretimin fiilen durdurulması için uyarı grevleri ve genel grev. Yaşamımızı ancak bu zor ama etkili yoldan savunabiliriz.

DİPNOTLAR:

1- Fransa, aşı ve ilaç konusunda ağırlığını koyacağını biliyor -AB, Temmuz sonunda 300 milyon aşı için anlaşma imzaladı. Pasteur Enstitüsü ve Sanofi ilaç şirketi de aşı çalışmalarını yürütüyorlar. Ancak 1885’te kuduz aşısını bularak kahraman ilan edilen Pasteur’ün başarısı henüz gösterilebilmiş değil.

2- Marsilya’da bar, restoran ve kafeterya sahipleri 28 Eylül’de alınan işyerlerinin kapatılması kararına isyan ettiler. Kararın “yukardan”, saraydan alındığını söyleyerek gösteri yaptılar. Kentin belediye başkanı da bu itirazı dillendirdi. Paris ve diğer büyük kentlerde de saat 21:00’de başlayan sokağa çıkma yasağı da elbette ki hiç iyi karşılanmadı. Fransa kentin yaşamını etkilemekle kalmayıp sağlık krizini ancak işine gelen yasaklarla yönetebildiğini de ilan eden kararlar alıyor. 2019 için koymuş olduğu 100 milyon yabancı turist hedefini geçen yıl gibi bu yıl da boşa düşüyor. Ancak Almanya ve başka bir dizi ülkede yapıldığı gibi sahtekarca liberter söylem kullanan faşist, neonazi grupların maske karşıtı çığırtkanlıklarına Fransa’da tanık olunmadı. Bu tema ile yapılan bir iki gösteri de cılız kaldı. Gerçek özgürlük talebini ise çok beklemek gerekmeyecek.