Fransa’da neoliberal emeklilik reformu için hükümet dabesi - Nilgün Güngör

Fransa hükümeti işçi hareketine karşı en ağır yasal silahını bir kez daha kullandı. Emeklilik yaşını 65’e yükselten neoliberal emeklilik reformu, anayasanın 49.3 maddesi sayesinde oylama yapılmadan parlamentodan geçti. Yasanın senatodan da geçip yaz tatilinden önce çıkması bekleniyor.

49.3 darbesi

29 Şubat Cumartesi akşam saat 6’ya doğru, parlamentoda az sayıda milletvekilinin bulunduğu koronavirüs ile ilgili bir oturumun ardından başbakan Edouard Philippe beklenmedik bir şekilde kürsüye çıktı. Hükümetin emeklilik yasasını anayasanın 49.3 maddesine dayanarak parlamento oylaması yapılmadan geçireceğini açıkladı. Sonradan öğrenildi ki, açıklamanın yapılacağından emeklilik reformundan sorumlu devlet bakanının bile haberi yoktu!

Başbakan yasanın parlamentoya gelmesinden beri geçen 12 günde yasa maddeleri üzerine yapılan görüş açıklama, değişiklik önergeleri ve oylamaları, yani burjuva parlamentonun rutin prosedürlerini “tartışmasızlık hali” sözleriyle küçümsedi. Bu zaman kaybına son verilecek ve hükümet yasanın parlamentoda oylanmadan geçirilmesi sorumluluğunu alacaktı. Bunun bir anlamı da yasanın bütünü ve tek tek maddeler üzerine yapılan tartışmaların son bulmasıydı. Hükümetin attığı adıma karşılık parlamentodaki muhalefet partilerinin elindeki tek denge mekanizması güven oylaması istemekti ki çoğunluğu sağlayamadıkları takdirde yasa parlamentodan otomatikman geçmiş olacaktı. Geçtiğimiz hafta içerisinde bu da yaşandı. Muhalefet partileri karşı hamle olarak iki ayrı güven oylaması önergesi verdiler ancak çoğunluğu sağlayamadılar.

Parlamentoda çoğunluğa sahip Macron’un partisi LaRem neden bu yola gitti, neden parlamentodaki eleştirilere bile tahammül edemedi? Yanıt açık: Giderek daha iyi görülüyor ki, hükümet, işçi hareketi, daha evvelinde Sarı Yelekliler tarafından -sonuca ulaşamasalar da- zayıf düşürülmüş durumda. Yapılan her kamuoyu yoklaması, toplumun yaklaşık yüzde 70’inin 65 yaşında emekliliği benimsemediğini gösteriyor. Taleplerinin meşruiyetine inanan sokaktaki hareket sarsıcı olmasa bile son bulmuyor, kamu sektörü sınırlarını aşamamış olan genel grev çözülse de eylem kendisine farklı biçimlerle hayat alanı yaratıyor, bir işkolu geri düşerken (örneğin demiryolu, metro ve otobüsler) bir diğeri öne çıkıyor (örneğin çöp toplamayarak Paris’i “güzelleştiren” temizlik işçileri, haka danslarıyla avukatlar, balerinler...); yıkım halindeki kamu sektöründeki mücadele (okullar, hastaneler...) kendi içinde pekişirken baştan güvencesizleştirilen yeni kuşaklar meclis ve forumlarla örgütlenme çabasına giriyor; hareket, Sarı Yeleklilerin soluk ve dinamizminden de beslenmiş olarak bir biçimde dayanıyor. Yerel seçimler (15 ve 22 Mart) yaklaşırken parlamento içindeki pres de artıyordu -emeklilik yasasının maddeleri üzerine tam 49.000 değişiklik önergesi verildi. Parlamentodaki tartışmaların kaplumbağa adımlarıyla sürmesi tek başına değil fakat sürecin parlamento dışında belli bir kitlesellikte devamını kolaylaştırma etkisi de yapıyordu. Tekelci burjuvazinin hükümeti bu her taraftan gelen çıldırtıcı yükü daha fazla taşıyamadı!

Yine düştü “incir yaprağı”...

Neoliberalizm için kedinin siyah ya da beyaz olması önemli değildir. Yeter ki fareyi yakalasın! Neoliberal kapitalizmin siyasetteki tiplemelerinin de vazgeçilmez mottosu, işleri “hızlıca” halletmektir -söylemin içi ne kadar boşsa o kadar hızlı! Seçilirken topluma “kamu harcamalarından tasarruf’tan (ve havalı startup’lardan) başka söz vermemiş olan Macron’un da niyeti buydu. Ancak emeklilik konusundaki gibi toplumsallaşmış sınıfsal kazanımlara sıkıca sarılan işçi kuşaklarını karşısında bulmaya, bu bunaltıcı gidişe hazır olmadığını üstelik de çoğunlukta oldukları parlamentoyu da paspas ederek gösterdi.

Böylece “burjuva egemenliğinin incir yaprağı” bir kez daha düştü, parlamento yine boşa çıktı. Çünkü genel oy hakkı “her üç ya da altı yılda bir halkı parlamentoda yönetici sınıfın hangi üyesinin temsil edeceği ve ayaklar altına alacağını” kararlaştırmaya hizmet eder. Yükselen işçi hareketi ve kapitalist kriz karşısında burjuva demokrasisinin gerici sınıfsal özü, yasaları, rutin prosedürleri, parlamento ve diğer mekanizmaları işlemez kılar; gemisinin bordasından huzur içinde fırlatır. İşçi sınıfı, bileşimi güya kendi oylarıyla belirlenen yasama organının bir kalemde çizilişini gözleriyle görür. Toplumun 70’inin kendi yaşamına karşıt olarak gördüğü yasa ve düzenlemelerin karşısında en nü haliyle mali oligarşinin egemenliği vardır.

Toplumun ihtiyacı gitgide daha uzun çalışmak değil, aksine çalışmaktan özgürleşerek özgür faaliyette bulunan özgür bireyler topluluğuna doğru yürümektir. Buna karşılık neoliberal kapitalizmin aklıevvel “hızlıca”sı, toplumun bu yöndeki hareketini ağırlaştırmaktan başka bir şey yapmaz. Eduard Philippe hükümetinin darbesi de işte böyle bir ölüm perendesi oldu. Çoğu kez zaten sözde kalan “kuvvetler ayrılığı”ndan burjuvazinin ne kadar kolay vazgeçtiği aynı zamanda başka türlü yönetememe itirafı olarak bir kez daha tarihe yazıldı. Burjuva medyada bile 49.3 için “nükleer silah” nitelemesi kullanıldı. Hemen parlamentonun önüne gidenlerin, hafta içindeki eylemlerin hedefinde doğrudan bu madde vardı.

İşçi sınıfı gününe ve geleceğine sarılıyor

230 yıldan fazladır büyük devrim ve ayaklanmalara sahne olan Fransa’da egemen sınıfın “yürütme güçlü olsun” kaygısını anayasaya tıkıştırması anlaşılır bir durum! 49.3’lü hükümet darbeleri de ilk kez olmuyor. İşçi hareketinin belleğindeki en yakın tarih, 21 Temmuz 2016. Dönemin sözde Sosyalist Parti hükümeti tarafından hazırlanan neoliberal İş Yasası’na karşı 15 genel grev-gösteri yapan işçiler, öğrenciler, karşılarında sonunda anayasanın 49.3 maddesini buldular. 6 aya yakın süren eylemler yasanın geri çekilmesini sağlayamadı. Yasanın meclisten geçmesinin ardından yaz tatili dönüşü sokaklar duruldu. Yeni bir canlanma ancak demiryolu işçilerinin grevleri (2018’in ilk yarısı), ama asıl Sarı Yelekliler hareketinin ortaya çıkışı ile mümkün oldu.

Bir başka ifadeyle parlamentoya imiş gibi atılan füze asıl işçi sınıfını hedef alan bir nokta atıştan başka bir şey değil. Neredeyse 1,5 yıldır sınıfsal toplumsal talepleri için yollara düşen ve eylemleri zayıflasa da birbirine bağlanan işçi emekçi kitleleri, bir diğer yönden bakarsak, bir tekrarı yaşıyoruz. Bu kez de işçi sınıfının 130 yıl kadar eski emeklilik hakkı kazanımının başlangıç noktasına (65 yaş) geri itiliyoruz. Onlar tartışmalarla birkaç günlük “zaman kaybına” tahammül edemezken, hemen bir sonraki işçi kuşağının yaşamının 45-47 (İtalya’da 49) yılına el konulması ile karşı karşıyayız. Normal bir işgünü için savaşım’ın, 12, 10, 8 saat için savaşım’ın kazanımlarını kaybederken, normal bir insan yaşamını da unutma yükü omuzlarımıza yıkılıyor. Zaman mücadeleleri işçi sınıfının tarihsel hareketinin akışını ileriye (veya geriye) doğru belirliyor, tanımlıyor.

Bu darbe karşılanabilecek mi? İşçi hareketinin kadim sorunu; onun adına konuşan sendikalar yasaya karşı genel grev için randevuyu olabilecek en uzak tarihe, ta 31 Mart’a verdiler. Hükümet tarafından düzenlenen emeklilik reformu finansman konferansından çekilme kararını bile bir ayda alabildiler. Yerel seçimler, parlamenter reformizmin her şey gibi bu süreci de ılıştırması, “seçim sonuçlarını görme” (özellikle de Paris için) parametresi hemen öne çıkıveriyor! Yetmezmiş gibi, turizm dahil ekonomik motiflerle üzeri başlangıçta örtülen koronavirüsün yaygınlaşması yine bir ön kesme fırsatı olarak kullanılacak.

Bütün bunlara işaret edilmesi elbette ki işçi hareketinin bu kayıpla birlikte çözüleceği anlamını taşımaz. Öncü işçiler için oyunu daha farklı kurmak nasıl yaşamsal bir zorunluluk ise, gitgide daha dar bir mali oligarşik eliti temsil eden (ister Macron ister bir başkası) burjuva devlet için de olağan yöntemlerin imkanları gitgide azalmaktadır. Gelecek günler her ikisini de sınayacaktır.