(Lorenzo Rubio, ABD’de yaşayan Meksika kökenli bir işçi ailesinin çocuğu. Babası 12 Kasım Salı günü Teksas’ın sınır kasabası El Paso’da bir iş cinayetinde yaşamını yitirdi. Rubio’nun babasının ardından yazdığı bu yazıyı, akrabası ve yazarımız-çevirmenimiz Mehmet Bayram Türkçeleştirdi.)
Babamın ölümü, olmamalıydı ama bu ölüm emekçilerin sömürüsünün ne kadar normalleştiğinin bir örneğidir.
Annem ve babam geçen çarşambayı ne kadar da çok bekliyorlardı. Babam çok ender gördüğümüz bir şey yaptı ve o gün için izin almıştı. O gün, 20 yıl önce alıp içine taşındığımız evin borcunun son aylık ödemesinin ve artık evin sahibi olduğumuzu gösteren kağıtlarını imzalamayı kutlayacaklardı. Annemle bu kutlama için öğle yemeğine çıkacaklardı. Ebeveynlerim hala böyle tatlı şeyler yapıyorlardı. Birbirine telefon konuşmalarında ya da başka zamanlarda ya alaycı ya da oynaşma niyetine “tatlım” diyorlardı. Salı gecesi babam eve hiç gelmedi. Salı gecesi sürdüğü hidrolik çatal (forklift) ile endüstriyel raflar arasında sıkışıp ölmüştü. Cesedi ertesi sabah gelen işçilerce bulundu.
Üniversiteye gitmek yerine
Geçmişi hatırladığımda aklıma gelen hep babamın çeşitli işlerden kirlenmiş elbiseleriyle eve gelmesidir. Bütün çalışması aldığımız evin borcunu ödemek ve kız kardeşlerimle beni hayatta başarıyla büyümemiz için hazırlamaktı. Bu ne sapkın şiirsel bir sondur ki işçi sınıfının bir şehidi sanki bir modern zaman çarmıhına gerilerek, endüstriyel bir makinayla çivilenip öldü. Babam hep şikâyet ederdi işverenin nasıl işçilerini sadece “bir sayı, bir numara” gibi gördüğünden. Nasıl işverenin emekçilere önem vermediğinden bahsederdi. Kendisinin ölümünde işverenin nasıl davrandığı, tam anlamıyla, hep söylediği şeyleri ispat ediyor. Neden bir ağır makinayı tek başına kullanıyordu? Neden olay olduktan saatlerce, saatlerce sonra cesedi sabah vardiyasına gelen işçilerce bulunmuştu? Annemi neden aramamışlardı? Neden annem babamın kaybolmasına yanıt aramak için depoya, merkez büroya, insan kaynaklarına kendisi gitmek, onu aramak zorunda kalmıştı? Bu soruları retorik olarak sormaktayım ama eğer hayatınızda bir patron için çalıştıysanız neden olduğunu gayet iyi bilirsiniz. Gayet iyi bilirsiniz ki, “Her Şeye Kadir Dolar” emekçi olarak bizlerin gereksinimlerimizden ve sağlığımızdan hep daha değerlidir. Annem hep “Bu kadar nefret ediyorsan bırak, çık” derdi babama. Çünkü babam çok yetenekli birisiydi, tek eksiği bir üniversite diplomasıydı. Üniversite hayallerinden ise ben doğduğumda vazgeçmek zorunda kalmıştı. Üniversiteye gitmek yerine bütün gün çalışmayı seçmişti. İşten istifa edememesinin nedeni olarak da aldığı sosyal güvenlik, sağlık sigortası gibi yararları sayardı.
Lorenzo Armando Rubio (56)
Artık hayatımıza geri mi dönmeliyiz?
Olanlar kötü idare edilen tek bir şirket gibi okunabilir kolayca. Ama evimin bulunduğu şehre, daha geçen yıl en büyük alışveriş şirketi Wal-Mart’ın dükkânında silahlı birinin neden olduğu kitle katliamı yaşamış şehrime, dükkânın tekrar açılışının haftasında geri döndüm. Dükkânın açılışını yakından takip etmedim ama eminim açılışta “artık hayatımıza geri dönmeliyiz” ya da “gücümüzü göstermeliyiz” şeklinde konuşmalar yapılmış, demeçler verilmiştir. Çünkü bu katliamda ölenleri anma mekânı haline getirilmesi gereken bu dükkân, “artık işimize dönelim” yeri haline gelmiştir. Çünkü Wal-Mart amcanın ve Dolar’ın önüne geçmemeliyiz. Eminim babamın öldüğü depo da buna benzer bir yol izleyecektir, eğer daha şimdiden normal işleyişe dönmemişse.
Pek çoğunuz bana bu zor günlerde destek oldunuz ve benim için yapabileceğiniz herhangi bir şey olup olmadığını sordunuz. Sizden tek isteğim etrafınıza bakmanız ve toplumumuzda artık iş konusunda “normal” görünen şeyleri bir kez daha düşünmeniz. Verdiğiniz emek karşılığında değersizleştirilmeniz normal mi? Eğer işyerinde bir kaza olacak olursa işvereniniz size bakacak mı? Ya da kendisini sorumluluklardan kurtaracak bir avukat takımını hazır mı tutuyor? Makine ve teknoloji bize daha az ödemelerinin aracı olmaktansa emekçilerin hayatını daha kolaylaştırıcı olmayacak mıydı? Neden pek çoğumuz görünmez zincirlerle işimize esir edilmiş duyguları içindeyiz? En iyi bu kadar mı yapabiliyoruz, daha iyi yapamaz mıyız?
* Yazının İngilizce orijinali için tıklayınız!