Fabrika binaları, gri yatakhaneler ve havanın döve döve eskittiği depolar şehrin yamacından Şenzen’in yapılarına karışıyor. Foxconn’un devasa boyutlardaki fabrikası, Apple ürünlerinin başlıca üreticilerinden. Burası, dünyanın en bilinen fabrikalarından biri olabileceği gibi dünyanın en gizli ve korunaklı fabrikalarından birisi aynı zamanda. Her bir kapıda güvenlik görevlileri bekliyor. Çalışanlar kimlik kartlarını göstermeden içeriye giremiyor; malzeme getiren kamyonların şoförleri bile parmak izi taramasına tabi tutuluyorlar. Bir keresinde Reuters haber ajansına çalışan bir gazeteci, fabrikanın dış duvarının fotoğrafını çektiği için arabasından yaka paça indirilip dövülmüştü. Fabrikanın dışında, “Bu fabrika alanı kanunlara uygun bir şekilde ve devletin onayıyla belirlenmiştir. İzinsiz girmek yasaktır. Bu kurala uymayanlar hakkında cezai işlem başlatılacaktır,” yazan uyarı levhaları var. Bu levhalar Çin’deki ordu binalarının çevresindeki uyarılardan bile daha sert bir dille kaleme alınmış. Ancak o da ne! Bu kötü şöhretli fabrikanın kalbine gitmek için bir yol daha varmış: tuvalet kullanmak. İnanamadım. Kaderin basit bir oyunu ve kıvrak zekalı rehberimin azmi sayesinde, kendimi Foxconn Şehri diye anılan yerin derinliklerinde buldum.
Her iPhone’un arkasında yazar: “Apple tarafından California’da tasarlanmış, Çin’de birleştirilmiştir” diye. Amerikan kanunları Çin’de üretilen ürünlerin, bunu belli etmesi gerektiğini söyler ve etiketteki Apple imzası da gezegendeki en haşin ekonomik mücadelelerden birini gözler önüne serer; kalite Silikon vadisinde tasarlanır ve doğar ve ancak Çin’de el emeğiyle birleştirilir.
iPhone’u oluşturan parçaların çok büyük bir bölümünün üretimi ve cihazın birleştirilme işlemi burada, iş gücünün ucuz ve adeta sonsuz olduğu, yetenekli ellerin iPhone (ve neredeyse diğer her şeyin) üretimi için ideal bir ülke haline getirdiği Çin Halk Cumhuriyeti’nde gerçekleştirilir. Ülkenin devasa ve daha önce dünya tarihinde görülmemiş üretim kapasitesi -Amerikan Çalışma İstatistikleri Kurumu verilerine göre, 2009 yılı itibariyle Çin’de 99 milyon fabrika işçisi vardır- Çin’i dünyanın en büyük ikinci ekonomisi koltuğuna taşıdı. Ve ilk iPhone siparişi verildiği günden beri de üretimde aslan payını Taiwanlı Hon Hai Precision Industry Co. Ltd, yani daha çok bilinen adıyla Foxconn kapmaktadır.
Foxconn, Çin topraklarının en büyük iş vereni olarak her ay 1.3 milyon kişinin maaşını ödüyor. Dünya şirketleri içinde sadece Walmart ve McDonald’s’ın daha fazla çalışanı var. Foxconn çalışanlarının sayısı Estonya’nın nüfusuyla aynı.
Bugün, iPhone’lar Çin’deki birçok farklı fabrikada üretiliyor, ancak yıllar içerisinde, iPhone dünyanın en çok satan ürünü haline gelirken, büyük çoğunluğu hep Foxconn’un 3.5 milyon metre karelik amiral fabrikasında birleştirildi. Bu sere serpe uzanan fabrika bir dönem 450 bin işçiye ev sahipliği yapıyordu. Şu sıralar bu sayının azaldığı söyleniyor ama bu fabrika yine de dünyanın en büyüklerinden biri olarak kalmaya devam ediyor. Eğer Foxconn’u biliyorsanız, orada yaşayan intiharları da muhtemelen duymuşsunuzdur. 2010’da, Longhua birleştirme zinciri için çalışan işçiler kendilerini öldürmeye başladılar. İşçiler bazen, güpegündüz art arda yatakhanelerin yüksek duvarlarından kendilerini atarak ümitsizliklerini ve maruz kaldıkları kötü çalışma koşullarını gözler önüne serdiler. O yıl 14’ü ölümle sonuçlanan 18 intihar teşebbüsü geçti kayıtlara. Foxconn yetkilileri intihar girişiminde bulunan 20 işçiyi de ikna ederek vazgeçirdi.
iPhone’un üretim yuvasındaki intihar salgını ve kötü koşullar medyanın dikkatini çekti. İntihar mektuplarında ve intihara teşebbüs eden işçilerin ifadelerinde hep ağır stres, uzun mesai saatleri, her hatasında işçileri aşağılamaya hevesli yöneticiler, orantısız cezalar ve tutulmayan sözler dikkat çekiyordu.
Şirketin tüm bunlara verdiği yanıt ise huzursuzluğu daha da arttırdı: Foxconn CEO’su Terry Gou, intihar edenleri havada yakalamak için fabrikadaki binaların çevresine ağ gerdirdi. Şirket, işçilere intihara kalkışmayacaklarına dair ifadeler imzalatan danışmanlar tuttu.
Steve Jobs ise intihar vakaları hakkındaki soruları, Foxconn’daki intihar oranının ülke genelindeki intihar oranından fazla olmadığını hatırlatıp “Bunları aştık” diye yanıtlayarak sırasını savdı. Eleştirmenler onu vurdumduymazlıkla suçlasa da Jobs teknik olarak haksız değildi. Foxconn Longhua o kadar büyüktü ki bir devlet olarak nitelendirilebilir ve içinde bulunduğu ülkenin intihar oranlarıyla karşılaştırılabilecek kendi intihar yüzdesine sahip olabilirdi. Ancak asıl fark Foxconn Şehri’nin, gezegendeki kar marjı en yüksek ürünleri üreten bir şirket tarafından yönetilen bir ulus-devlet olmasıydı.
Taksici bizi fabrikanın önünde indirdi, Foxconn fabrikasının girişinin hemen yanında mavi harflerle bir yazı var. Biraz sıkılmış duran, biraz şüpheyle yaklaşan güvenlik görevlisinin gözleri üzerimizde. Adını Wang Yang olarak anacağım Şangaylı bir gazeteci olan rehberim ve ben, önce fabrikanın çevresinde yürüyüp, bizimle konuşabilecek işçiler ve bir giriş yolu aramaya karar veriyoruz.
İlk konuştuğumuz ikili de eski Foxconn işçisi çıkıyor.
İsminin Xu olduğunu söyleyen genç adamlardan biri “Orası insana iyi gelen bir yer değil” diyor. Bir kaç ay önce işi bırakana dek yaklaşık bir yıl boyunca Longhua’da çalıştığını ve şartların en az her zamanki kadar kötü olduğunu söylüyor. “Haberlerin çıktığı dönemden beri şartlarda herhangi bir iyileşme yok” diyor Xu. Çok yüksek bakı altında çalışılan bu işte, Xu ve arkadaşları her gün düzenli olarak 12’şer saatlik mesai yapıyormuş. Yönetimin hem saldırgan hem de ikiyüzlü olduğunu, işçileri yavaş olmakla suçlayıp, azarlayıp, tutmayacakları sözler verdiklerini söylüyor. İsmini açıklamak istemeyen arkadaşı, fabrikada iki yıl çalıştığını, mesailer için çifte yevmiye sözü aldığını ancak sadece belirlenmiş maaşını alabildiğini söylüyor. İstismarın rutin, depresyon ve intiharın normal olduğu, baskı dolu kasvetli bir iş ortamı resmi çiziyorlar.
“İnsanlar ölmediği bir Foxconn, Foxconn olamaz” diyor Xu. “Her yıl insanlar kendilerini öldürüyorlar. Ve onlar bunu normal bir şey olarak görüyor.”
Şenzen ve Şangay’daki muhtelif iPhone birleştirme fabrikalarına yaptığımız ziyaretlerde bunlar gibi onlarca işçiyle röportaj yaptık. Dürüst olalım: Bir iPhone fabrikasındaki hayatı gerçekten özetleyebilecek bir örneğe sahip olmak, müthiş bir gayret sarf edip kapı kapı dolaşmayı, gizli ve sistematik bir şekilde binlerce işçinin görüşlerini almayı gerektiriyor. Dolayısıyla yaptığım iş için fabrika kapılarından çıkan, yemek molası veren veya vardiya değiştiren, genellikle ürkek, tedirgin ve sıkılmış işçilerle konuşma çabası denilebilir.
Bir iPhone fabrikasında geçen hayatların yansımaları çeşit çeşitti. Bazıları işi dayanılabilir buluyordu; kimileri hoşnutsuzluk girdabına kapılmıştı, bazıları Foxconn’un meşhur umutsuzluğunu tecrübe ediyordu, bazılarıysa işe sadece kız arkadaş bulabilmek için girmişti. Hemen hepsi, işe girmeden önce kötü çalışma koşullarından haberdarlardı, ancak ya işe çok ihtiyaçları vardı ya da dedikodulardan pek kaale almamışlardı. Ve hemen hemen her yerde, çalışanların genç, devir daimin ise yüksek olduğu söyleniyordu. “Çoğu çalışan ancak bir yıl dayanabiliyor” cümlesi sık duyuluyordu. Belki de bunun sebebi genellikle ‘insafsız’ diye nitelendirilen iş temposu, ve ‘acımasız’ diye tanımlanan yönetim kültürüydü.
iPhone öylesine kompakt ve karmaşık bir cihaz ki, her birini doğru biçimde birleştirmek için, yapıcı, denetleyici, test edici ve paketleyicilerden oluşan yüzlerce kişilik üretim zincirleri uzanıp gidiyor. Telefonların ekranını özel bir sıvıyla parlatmaktan sorumlu işçilerden biri, elinden her gün 1.700 iPhone’un geçtiğini söylüyor. Bu da günde on iki saat boyunca, dakika başına üç ekran demek oluyor.
Çipleri bağlamak, arka kapakları takmak gibi daha hassas işler ise daha yavaş işliyor, bu alanda çalışan işçilerin her bir parça için birer dakika süreleri var. Yine de bu, günde 600-700 iPhone demektir. Günlük kotayı dolduramamak ya da hata yapmak, herkesin içinde üstleriniz tarafından kınanmayı beraberinde getirebilir. Çalışanların genellikle sessiz kalması bekleniyor, tuvalete gitmek için izin istemek bile azarlanma sebebi olabiliyor.
Xu ve arkadaşı yeri doldurulamaz çalışanlar değillerdi. Kaldı ki işe girmek için çok hevesli de sayılmazlardı. “Foxconn’a tilki* (Fox=Tilki) kapanı derler” diyor. “Çünkü birçok kişiyi tuzağa düşürüyor.” Foxconn’un kendilerine bedava lojman sözü verdiğini ancak elektrik ve su için fahiş faturalar ödemeye zorladığını söylüyor. Şu sıralar her yatakhanede 8 kişi yatıyor, onun çalıştığı dönemde bir yatakhanede 12 kişi uyurlarmış. Foxconn sigortaları eksik yatırır, primleri ise ya erteler ya da geç ödermiş. Ve birçok çalışan, eğer üç aylık giriş sürecinde işten ayrılırlarsa kallavi bir ceza ödemeyi içeren sözleşmeler imzalarmış.
Tüm bunlar yetmezmiş gibi bir de mesai meşakkatli. “Aklınıza mukayyet olmanız gerekli” diyor Xu, yoksa diğer çalışanların yanında patronlardan fırça yersiniz. Müdürler, iş performansını özel bir şekilde ya da yüz yüze tartışmaktansa şikayet ve hataları biriktiriyor. “Patron yaptığınız işi incelemeye geldiğinde” diyor Xu’nun arkadaşı “Eğer herhangi bir sorun bulursa seni hemen azarlamıyor. Bir sonraki toplantıda, herkesin önünde fırçalıyor.”
“Bu küçük düşürücü ve aşağılayıcı bir davranış” diyor Xu’nun arkadaşı. “Birini, herkese ibret olsun diye cezalandırmak. Ve bu sistematik hale gelmiş” diye ekliyor. Bazı durumlarda, eğer bir işçi gerçekten masraflı bir hata yapmışsa, müdür o kişinin resmi bir özür hazırlamasına karar verebiliyor. “Daha sonra o özür mektubunu, herkesin önünde yüksek sesle okumak zorunda kalıyor: Bu hatayı bir daha tekrarlamayacağım.”
Bu stres, kasvet ve aşağılama dolu çalışma ortamı yaygın bir depresyon havasını da beraberinde getiriyor. Xu, birkaç ay önce yaşanan bir intihardan bahsediyor. Bizzat tanık olmuş. İntihar eden kişi, iPhone birleştirme bandında çalışan bir öğrenci. “Tanıdığım biriydi, kafeteryada denk geldiğim biriydi” diyor. Herkesin içinde kendisini azarlayan müdürlerden biriyle münakaşaya girmiş. Kimseye şiddet uygulamamasına, sadece asabi davranmasına rağmen, şirket yetkilileri polisi çağırmış.
“Olayı çok kişisel algıladı” diyor Xu, “ ve kendisine yapılanları kaldıramadı.” Üç gün sonra dokuzuncu katın penceresinden atladı.
Neden bu olay medyaya yansımamıştı? diye sordum. Xu ve arkadaşı birbirlerine bakıp omuz silktiler. “Burada birileri ölür ve ertesi gün hiç bir şey olmamış gibi hayat devam eder,” dedi arkadaşı ve ekledi “olayı unutursun.”
İntihar haberleri basına yansıyınca Steve Jobs “Bu şirketlerdeki herşeyle ilgileniyoruz” demişti Steve Jobs. “Foxconn merdivenaltı bir atöyle değil. Orası bir fabrika. Restoranları ve sinema salonları olan bir fabrika. İntiharlar ve intihar girişimleri olmuş, ancak orada 400 bin kişi var. İntihar oranı, ABD’nin intihar oranından düşük ama yine de rahatsız edici.” Apple CEO’su Tim Cook, 2011’de Longhua’yı ziyaret etmiş, intihar önleme uzmanları ve en üst düzey yetkililerle bu intihar salgınını masaya yatırmıştı.
2012 yılında 150 işçi çatıya çıkıp atlama tehdidinde bulundu. İyileştirme sözü veren müdürler tarafından yatıştırılıp, çatıdan inmeye ikna edildiler; ancak en nihayetinde intiharı bir pazarlık aracı kullanmışlardı. 2016’da daha küçük bir grup aynı şeyi yaptı. Xu, benimle konuşmasından bir ay önce, yedi-sekiz işçinin çatıya çıkıp kendilerine söz verilen ücretler ödenmediği taktirde -anlaşılan ödenmiyordu- atlama tehdidinde bulunduğunu söyledi. Xu, işin sonunda Foxconn’un ödemeyi kabul ettiğini ve işçilerin ikna edildiğini söyledi.
Xu’ya Apple ve iPhone hakkında sorular yönelttiğimde hızla cevap veriyor: “Biz Apple’ı suçlamıyoruz, Foxconn’u suçluyoruz.” Onlara, ‘şartlar iyileştirirse yine Foxconn için çalışmayı düşünür müsünüz?’ diye sorduğumda da aynı açık yüreklilikle yanıtlıyorlar. “Hiç bir şeyi değiştiremezsiniz” diyor Xu, “Şartlar asla değişmeyecek.”
Wang ve ben ana işçi girişine yollandık. Uzayıp giden girişin çevresinde dolaştık da dolaştık. Henüz bu kapının, fabrikanın küçük bir bölümü olduğunun farkında bile değildik.
Giriş bölümünde 20 dakika dolaştıktan sonra bir başka kapıya, bir başka güvenlik noktasına ulaştık. İşte tam da o sırada tuvalete gitmem gerektiğini fark ettim. Hem de acilen. İşte bu aciliyet aklıma bir fikir getirdi.
Hemen oradaydı tuvalet, güvenlik noktasının yanındaki merdivenlerin aşağısında, yüz metre ileride. Evrensel çöp adam levhasını gördüm ve onu işaret ettim. Bu kontrol noktası hem çok daha küçük hem de çok daha lakayttı. Tek başına duran genç güvenik görevlisi oldukça sıkılmışa benziyordu. Wang, rica eder gibi bir şey sordu Çince. Görevli kafasını ‘Hayır’ biçiminde salladı ve bana baktı. Yüzümdeki ıstırap çok, çok gerçekçiydi. Tekrar sordu, görevli bir an bocaladı, ama bir ‘Hayır’ daha.
Hemen döneceğiz diye ısrar etti Wang, ve artık onu açıkça rahatsız ettiğimizi görebiliyordum. Özellikle ben rahatsız ediyordum. Bununla uğraşmak istemiyordu. ‘Hemen dön’ dedi. Tabii ki hemen dönmedik.
Bildiğim kadarıyla şimdiye dek hiçbir Amerikalı gazeteci iziniziz ve başında bir tur rehberi olmadan bir Foxconn fabrikasına girememişti. Ki izinli girişler de Foxconn’da işlerin ne kadar iyi gittiğini göstermek için fabrikanın özenle seçilmiş bölümlerinin gezilmesinden ibaretti.
Fabrikanın büyüklüğü dışında -Longhua’yı hızlıca baştan başa yürümek neredeyse bir saatimizi alır- en çarpıcı yanı bir tarafıyla diğer tarafı arasındaki farktı. Bu açıdan gittikçe nezihleşen bir şehre benziyordu. Ve yamaçları olarak nitelendirebileceğimiz bölgelerde yerlere dökülmüş kimyasallar, pas tutmuş araç gereçler ve kötü yapılmış işlerin izlerinin olduğu şehrin merkezine yaklaştıkça -unutmayın, hala fabrikadayız- yaşam kalitesi artıyor, imkanlar ve altyapıda gözle görülür bir düzelme öne çıkıyordu.
Derinlere daldıkça çevremizdeki insan sayısı artıyor, daha az kişinin dikkatini çektiğimizi hissediyoruz. Merakla bize bakan gözler yerini ilgisiz bakışlara bırakıyor. Bu konudaki teorim şu: fabrika o kadar büyük ve güvenlik o kadar sıkı ki eğer buralarda dolaşabiliyorsak izin alabilmişizdir diye düşünüyorlar. Ya bu ya da kimse bizi önemsemiyor. iPhone’ların yapıldığını duyduğumuz G2 bloğuna nasıl gideceğimizi aramaya başladık. ‘Şehir merkezini’ terk ettikten sonra yekpare yükselen fabrika kuleleri görmeye başladık. -C16, E7 gibi kulelerin çevreleri işçi kalabalıklarıyla sarılmıştı.
Sonra fazla serbest davrandığım endişesine kapılarak şansımı çok da zorlamamam gerektiğini düşündüm; zira neredeyse bir saattir Foxconn’un içindeydik. Merkezden uzaklaştıkça kalabalıkların tenhalaştığını görüyorduk. Ve işte oradaydı: G2. Çevresini saran ve kirli gökyüzüne karışarak yok olmaya yüz tutan fabrika binalarıyla tamamen aynıydı.
G2 terk edilmiş görünüyordu. Paslı dolaplar binanın dışında sıralanmıştı. Çevresinde kimseler yoktu. Kapı açıktı, biz de içeri girdik. Solumuzda, devasa karanlık bir alana giriş var; biri bize seslenene kadar oraya doğru gittik. Bir kat müdürü merdivenlerden indi ve ne aradığımızı sordu. Tercümanım bir toplantı hakkında bir şeyler geveleyince kat müdürünün kafası karıştı. Bize üretim hattını izledikleri kameraların bağlı olduğu bilgisayarı gösterdi ve “Şu saatte çalışan bir grup yok” dedi. İşçileri böyle gözlüyorlardı.
Hala iPhone’lardan eser yok. Biz yürümeye devam ettik. G3’ün dışında, bir diğer yükleme alanı gibi görünen bir yerde naylona sarılı siyah araç gereç kuleleri sallanıyor. Elinde telefonlarla birkaç işçi yanımızdan geçti. Naylonların içindeki cihazların iPhone olup olmadığını anlayabilecek kadar yaklaştık ve hayır, onlar da iPhone değildi. Apple TV gibi görünüyorlardı ancak üstlerinde şirketin logosu yoktu. Burada, üretim sırasındaki bir sonraki adımı bekleyen binlerce Apple TV yığılmış olmalıydı.
Eğer burası gerçekten de iPhone’ların ve Apple TV’lerin yapıldığı yerse ve eğer rutubetli beton ile pasa yönelik bir tutkunuz yoksa, gerçekten de rezil bir yer. Fabrika binalarını gördükçe yürümeye devam ettik. Longhua, korkunun kol gezdiği ancak entrikanın bulunmadığı bir distopya romanının sıkıcı orta yeri gibi hissettirmeye başlamıştı.
Devam edebilirdik, ama solumuzda büyük lojmanlar gibi görünen, çatısı ve pencereleri kafes gibi tellerle kaplı, muhtemelen yatakhaneleri barındıran binaları görünce, o yöne doğru ilerlemeye başladık. Yatakhane binalarına yaklaştıkça kalabalık yoğunlaştı, güneş gözlükleri, kot pantolonlar ve spor ayakkabılar çoğaldı. Lise yaşındaki çocuklar piknik masalarının etrafında toplanmış, kaldırım taşlarına oturmuş sigara içiyorlardı.
Ve evet, intihar edenleri yakalama ağları hala asılı duruyordu. Gevşek ve sarkık, korumaları gereken şeyin yarısını açıkta bırakan brandalar gibi görünüyorlardı. Aklıma Xu’nun “Ağlar manasız, eğer biri intihar etmek isterse, onu engelleyemez” sözleri geldi.
Bakışları tekrar üzerimize çekiyoruz -belki de fabrikalardan uzakta insanların daha fazla vakti vardı ve meraklarını gidermeye çalışıyorlardı. Tam bir saattir Foxconn’un içindeydik. Kapıdaki görevlinin tuvaletten dönmediğimiz için alarm verip vermediğine ya da birilerinin bizi arayıp aramadığına dair hiçbir fikrimiz yoktu. Montaj hattına ulaşamamış olsak da, şansımı çok fazla zorlamamam gerektiği hissi galip geldi.
Geldiğimiz yoldan geri dönmeye koyulduk. Çok geçmeden bir çıkış bulduk. Akşam çökerken binlerce kişilik bir nehrin arasına karıştık, kafamız önde güvenlik noktasından geçtik. Kimse tek kelime etmedi. Devasa ve insanı sıkan fabrikadan çıkmak rahatlatıcıydı ancak ruh hali üzerimize yapışmıştı. Hayır, elleri çalışmaktan kanamış çocuklar pencerelerden yalvararak bakmıyordu. Ancak korumasız çalışan inşaat işçileri, açığa dökülen kimyasal sızıntılar, çürümüş ve paslı yapılar gibi, ABD Çalışma Güvenliği ve Sağlık Masası yasalarını ihlal edecek çok sayıda şey vardı. ABD’de de bu yasaları ihlal eden bir çok fabrika bulabilirsiniz. Apple, bu fabrikaların diğerlerinden iyi olduğunu savunurken pek ala haklı olabilir. Foxconn bizim klasik ‘merdiven altı üretim konsepti’ dediğimiz tanıma uymuyor. Ancak burada başka bir çirkinlik mevcut. Ne sebeple olursa olsun -fabrikada sessizliği emreden kurallar, herkese ulaşmış bir trajik şöhret ya da fabrikanın kendi yaydığı sevimsizlik hissi- Longhue’da ağır ve baskıcı bir boyunduruk hissettiriyor.
Dönüp de çektiğim fotoğraflara baktığımda, gülümseyen tek bir kişi bile bulamıyorum. Uzun saatler boyunca çalışmaya, sürekli aynı işi yapmaya ve zorlu bir yönetim rejimine tabi tutulmuş insanların psikolojik sorunlar yaşaması şaşırtıcı değil. Ortama sirayet eden huzursuzluk çok bariz; tıpkı Xu’nun söylediği gibi “Orası insana iyi gelen bir yer değil.” (The Guardian)
Çeviren: Ömer Faruk Görçin