Fransa'nın doğusunda 50.000 nüfuslu, küçük bir kent olan Belfort, aynı anda işçi hareketinin ve devletin gündeminde. Kent ekonomisinin temel direğini oluşturan Alstom yüksek hızlı tren fabrikası, Almanya sınırına yakın, yaklaşık 6.000 nüfuslu köy irisi Reichshoffen'e taşınıyor. Gerekçe sipariş yetersizliği.
Birçok işletmenin kapatıldığını, parça parça ya da AR-GE bölümleri dışında Uzak Asya'ya kadar taşındığını, ödenmeyen ücretleri için mücadele eden işçilerin işyerlerinin Gürcistan'a, Özbekistan'a taşınmasına defalarca tanık olduklarını bilerek; buraya kadar şaşılacak bir şey yok elbette. Şaşılası olan da zaten bu seferkinin bir hayli gündemde kalması. Alışıldık deyişle, gün geçmiyor ki devlet erkanından, düzen partilerinden birilerinin Belfort-Alstom ile ilgili bir açıklama yaptığı duyulmasın. Diğer yandan ise öncü işçilerin bir gözü de Belfort'daki Alstom fabrikası işçilerinde. 15 Eylül'de neoliberal İş Yasası'na karşı yapılan eylem sabahında televizyonlarda ilk gösterilen yer Belfort olmuştu. Küçük kentteki 2000 kişilik gösterinin üçte biri Alstom işçilerinden oluşuyordu. İşçiler 27 Eylül'de Alstom'un yönetim kurulu toplantısının yapılacağı Paris-Seine St. Denis'deki merkezi önünde toplanmaya hazırlanıyorlar.
Alstom, Gebze'deki fabrikasından dolayı metal işçilerinin de doğrudan bildiği bir tekel. Gebze Alstom Grid, özel transformatör ve reaktör üretiminde dünya lideri olarak yer tutuyor. Metalde 22 işyerinde alınan ve hükümet tarafından ertelenen grev kararlarından biri de Alstom işçilerine aitti.
Alstom'a Fransız devlet ve hükümet teveccühünün görünen iki sebebi var. Birincisi fabrikanın yüzde 20'si bir süredir devlet kontrolünde. Belfort'da ilk buharlı lokomotif üretimi 1880'de başlamış. Dolayısıyla tren üretimi ile neredeyse özdeşleşmiş kent, evladiyelik bir anlam taşıyor. Şirket CEO'su bile Belfort'un -aslında artık hiçbir anlam taşımayan- “sembolik manasından” “üzülerek” söz ediyor. Ve tabii seçimler yaklaşıyor ve işçilerin umudunu cebine koymuş ve onu zaten bozdurarak harcamış olan Sosyalist Parti bu yerel trajediye de imza atmak istemiyor.
Öyle ki François Hollande “Belfort'un daha yıllarca yaşaması için her şey yapılacak,” diyor. Başbakan Manuel Valls da “Alstom yönetiminE Belfort'u kapatmayı unutmasını ve hükümetin adım atacağına güvenebileceklerini söylemek istiyorum. Sadece biraz sabır,” rica ediyor. Hatta Macron bile şirketin kararından haberinin olmadığını söylüyor. Medya üzerinden süren atışmada şirket CEO'sunun yanıtı, “İyi de, 10 yıldan fazladır devletten tek sipariş gelmedi. 2018'e kadar yüksek hızlı tren üretimi en düşük seviyesinde.”
Bu basit matematik gösteriyor ki, bir karar değişikliği yok. Belfort için şimdiden “ölü şehir” deniyor zaten.
Kimin kararı?
Adını bu vesileyle duyduğum Belfort tabii ki “ölü şehirler”in ilki değil, sonuncusu da olmayacak. CGT'nin Belfort-Alstom şubesinin sitesine bakıyorum. Bazıları gülümsemeye çalışsa da, yüz çizgileri endişeden ağırlaşmış işçiler. Merkezinde 400 işçinin olduğu bu taşınmadan dolaylı olarak 900 işçi etkilenecek. Alstom yönetimi işçilere Fransa'nın başka yerlerindeki işletmelerinde iş sağlayacağını söylese de, burada kuşaklar boyu yaşanmış ve orta yaşı aşmış, artık yeni işçi kuşağına devredilmeye hazırlanan hayatların sınıfsal tecrübeleri “Hayır!” diyor. 16 Eylül tarihli ortak bildirinin başlığı da bu yüzden “Poker oynamayı bırak, yalancı!”
Çünkü kimse onlara “Nerede yaşamak istiyorsunuz?” diye sormadı. Yıllık geliri ülke ortalamasının altında, belli ki 1.300-1.400 euro ücretle yaşayan işçilere sadece bu hoyrat talimatla ulaşıldı. Çünkü yeni İş Yasası artık her koyun kendi bacağından asılsın demeden önce de zaten bu “özgürlükler ülkesinde” banka-borsa-tekel egemenliği hüküm sürüyor. General Electric ile birleşen Alstom'un Avrupa'daki işyerlerinde 10.000 işçinin işten çıkarılacağı öngörülüyor. Yaşamlarımızın akışının nasıl belirlendiğini anlatan soğuk bir ekonomi sayfasında bile bunun için “resmen katliam” diyor (La Tribune).
Tıpkı bir zamanların İngiliz maden kasabaları gibi! İngiltere'de 1960'lı yıllarda 500.000 işçinin çalıştığı madenler onyıllar içinde gitgide azaldı. Kömür madenciliği Rusya, Polonya ve daha pek çok ülkenin ucuz, güvencesiz, iş güvenliğinden yoksun kuyularına kaydırıldı. İngiltere'de de maden kasabalarının yerini “hayalet şehir”ler aldı. Derin madenlerin sonuncusu Aralık 2015'te kapatıldı. Tazminat olarak 3 aylık ücretlerini alan işçilerin gözlerinde de kentlerini bekleyen ekonomik durgunluğun ürküntüsü vardı.
İşçiler gitsin gitmesin fabrika kapandığında ışıklar bir bir sönecek. İşte bu yüzden Belfort'da başta Alstom işçileri olmak üzere hayatları onlara sıkı sıkıya bağlı kentte yaşayan binlerce kişi 15 Eylül günü sokaklardaydı. “Alstom'un kapatılmasına hayır”, “Alstom Belfort'dur, Belfort Alstom'dur”, “Alstom yaşayacak” pankart ve dövizlerini taşıdılar. Bir tarafa siparişleri, kapitalist verimliliği, tekel karlarını, bir tarafa işçilerin yaşamını koyup onu her koşulda çiğneyenlere karşı sadece bugünü değil geleceklerini de savunmak için.